Kitabın başında yoksul kesimlerin toplumdaki suç gerçeğinin kaynağı
olarak gösterilmesine dikkat çeken yazar bu gerçeği aslında sistemin yarattığını ve aslen toplumdaki sistemin yoksulların en vazgeçilebilir kesim olarak görülmesi ve adeta onlara ikincil kayıp muamelesi yapılmasının bu noktaya gelinmesinde etkenler olduğunu söylüyor. Örnek olarak siyahların amerika'da hala daha suç kaynağı olarak gorulmesi ve kolay is bulamamalari bu sebeple de suca yonelmeleri gosterilebilir. Devamında modernizm akımından söz ediliyor ve onun gelişmeleri insanın ihtiyaçlarına yönelik çözümler için üreten katı ve sonrasındaysa insan arzularının sonsuzluğunca çeşitlenen bir sıvı aşamasının olduğunu öğreniyorsunuz. Kitabın ismindeki diğer iki konu buradan sonra başlıyor. Tabiki de modernizm bu katı ve sıvı aşamalarına iki yoldaş sayesinde bu noktalara kadar gelebiliyor. Bu iki yoldaş sosyalizm ve kapitalizm, başlangıçta ortak bir amaç insanların ihtiyaclarının sağlanması icin varlık gösteriyorlar. Ki bu modernizmin katı aşamasını inşa ediyor. İnşa edilen katlar insanın hayatının kolaylaştırılması adına çıkılan her basamağı sağlam bir merdiven için gereken sürede ve bol zamanda yapıyorlar. Ve bu merdiven ilerlerken taş üstüne taş basamak üstüne basamak konurken bir icatlar silsilesi içinde geçen yıllarda bir gün merdiven bulunuyor. Ve bu merdiveni insanın sonsuz ihtiyaçlarına dayandırıyorlar. İnsanın ihtiyaçlarının sonsuzluğu kadar merdiven seri bir şekilde üretiliyor. İnsan eski taş basamaklar yerine merdiveni tercih ediyor. Ki bu bölümde bunlara yönelmiş durumda ve sayfaların ileriki bölümündeyse yine ilk sayfalardaki gibi bir konuyla karşı karşıya kalıyoruz. Yabancı korkusu ve insanların güvenlik ihtiyacı. Bu ileriki sayfalarda inceleniyor. Lüks güvenlikli duvarlarla çevrili yerlerde yaşayan insanların her ne kadar güvenlikli bir yerde yaşarlarsa yaşasınlar güvensizlik hissinin başka türlerde devam ettiğini aslında güvenliğin güvensizliğin başlıca kaynağı olduğu irdeleniyor. Bu konuda yabancılara düşen paysa iki türlü oluyor. İki farklı gözden bakan yazar ilk yaklaşımında onların belirsizlik kaynağı olduğunu ve farklılıklarının bu belirsizliği yarattığını söylüyor. Belirsizliğin güvensizliğe neden olduğu tekrarlanıyor. Diğer yaklaşımda ise yabancıların bir çeşitliliğe neden olduğuna daha çok dikkat çekiliyor ve bu çelişkinin sürüp gideceği vurgulanıyor.
Zygmunt Bauman ile Mahremiyet
Mahremiyet ve kamu ilişkisini ileriki sayfalarda irdeleyen yazar, kamu ile özel arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaya çabalıyor. Özelin korunmasını bunun diğer insanlarca da kabul edilmesine bağlayan yazar insanların eskiden özel bilgilerini sadece sınırlı kişilere aktardığı ve orada bir korunma-sadakat zinciri oluştuğunu buna da dostluk dendiğini söylüyor. Bu dostluk aynı zamanda insanı uyması gereken katı kurallardan oluşan bir topluluğun içine alıyor ve de dostluk mahrem bilgiler için bir güvenlik sağlıyor. Şimdilerde ise insanlar topluluk oluşturma işini internet ve sosyal medya üzerinden yürütüyorlar. İnternet üzerindeki dostluklar çabuk kurulup çabuk bitirilebiliyor ve de katı bir kurala da tabi olmak zorunda olunmuyor. Yaratılan bu özgürlük alanı insanı kendine cezbedici olsa da paylaşılan özel bilgilerin kimlerin eline geçebileceği düşünüldüğünde pekte değil. İnsanlar birazcık özgürlük için biraz mahremiyetten vazgeçiyorlar.
Son Okuduklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Son Okuduklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Kasım 2015 Cumartesi
20 Mayıs 2015 Çarşamba
Robinson Crouse Özeti ve Analizi
Yakın zamanda okuduğum Robinson Crouse romanının bir özetini ve analizini çıkardım. Kitap 560 sayfaydı ve Sis Yayıncılık'tan almıştım. Bu kitabı daha yeni bitirdim ancak ben genelde uzun bir kitabın yanında kısa 100 sayfalık kitapları ya da aralıklarla okumaya dayanacak kitapları da okurum. Ama sadece bu kitaba Jose Saramago'nun Körlük'ün den sonra birşeyler yazma ihtiyacı duydum. Aslında belki de bunu okuduğum 560 sayfanın hatrına yapıyorum bilemiyorum. Ancak bunu daha sık yapmalıyım bunu biliyorum. Çünkü okuduklarım, kitabın içindeki anektodlar, bana ilham verenler, karakterler, nelerden hoşlandığım ve ya hoşlanmadığım gibi şeyler çok çabuk aklımdan uçup gidebiliyor.
Özeti:
Robinson Crusoe atılgan ve maceraperest bir gençtir. Yerinde
duramayan bir ruha sahiptir ve gelecekte birçok maceralar onu beklemektedir.
Daha ilk macerasına 19 yaşında başlar Robinson Crusoe. Babası onun avukat
olmasını istemektedir ancak o bir gezgin olmaya karar verir. Bir gün geminin
birine gizlice girerek Londra’ya kaçar. Oradan da Afrika’ya giden bir gemiyle
binerek gemide çalışmaya başlar. Ancak gemiye korsanların saldırmasıyla işler
değişir. 2 yıl korsanların esiri olarak kalır. Ancak 2 yıl sonra kaçmayı
başarabilecektir. Crouse bu macerasından sonra şeker kamışı tarımı yapmaya
başlar. Ama yine yerinde duramaz kahramanımız. Edindiği arkadaşlarla beraber
Afrika’ya giderek köle almayı amaçlarlar. Ancak yolda tekneleri batar ve tek
kurtulan Robinson Cruose olmuştur. Ancak Robinson Crouse yine de şanslıdır.
Çünkü yakınlarda bir ada vardır. Bu tarihten itibaren orada yaşamaya başlar.
İlk olarak yaşamı için gerekli olan maddeleri gemiden karaya taşır. Sonra
gemiden geriye işine yarayabilecek ne kaldıysa karaya taşır. Bulduklarıyla
etrafına şekil vermeye başlar. Bir kır evi yapar bulduğu mağarayı genişleterek
sığınak haline getirir. Zamanla tarım yapmayı ve keçileri ehlileştirmeyi de
öğrenir. Bir ara sal yapıp adadan kaçmayı düşünmüştür. Ancak yaptığı sal çok
ağır olduğundan onu asla denizle buluşturamayacaktır. Robinson Crouse
zamanlarını böyle geçirirken aradan 12 yıl geçmiştir. Bir adanın sahilinde ayak
izleri görür ve 8 yıl boyunca adayı arayarak izin kaynağını bulmaya çalışır. 8
yıl sonra bu kez sahilde parçalanmış insan organları bulur ve adaya yamyamların
geldiğini anlar. Hemen mağarasının güçlendirerek kale gibi yapar ve gizlenir.
Yamyamlar tekrar geldiklerinde onlara saldıracaktır. Robinson Crouse bir süre
sonra yamyamları tekrar görür. Yamyamlar bu kez bir kişiyi pişirmiş ve diğerini
de öldürmek üzeredirler. Hemen silahlarını ve kılıcını alarak yamyamların
üzerine saldırır. Yamyamlarının çoğunu öldürmeyi ve yaralamayı başarmıştır. Ve
bir kişiyi de kurtarmıştır. Bu kişiyi cuma günü kurtarır. Bu yüzden ismini
Friday (Cuma) koyar. Friday’i kölesi olarak alır. Ona zamanla bildiği herşeyi
öğretmeye gayret gösterir. Başlarda Friday İngilizce bilmemektedir. Ama Friday zeki biridir ve çabucak öğrenir.
Couse’ya geldiği adada da esir olanların bulunduğunu anlatır. Ve onları
kurtarmaya karar verirler. Diğer adaya gitmek için bir sal yaparlar. Ancak tam denize açılacakken yeniden
yamyamlar gelir. Ortalıkta çetin bir kapıışma olur ve yamyamlar yeniden
püskürtülür. Bu kez yanlarında iki esir vardır. Ve bu esirlerden biriyse
Friday’in babasıdır. Diğer esiri ise Robinson batmakta olan bir gemide
görmüştür. Robinson kurtardığı bu iki esiri, diğer adaya diğer esirleri
kurtarmak için gönderir. Bu arada kendisi ve Friday adada kalmıştır. Yakınlarda
bir İngiliz gemisi görürler. Gemide isyan çıkmış ve gemi kaptanı iki tayfasıyla
beraber adaya gönderilmiştir. Kaptan ve Crouse gemiyi yeniden ele geçirmek için
planlar yaparlar ve sonuca ulaşırlar. İsyanı bastırıp, isyancı tayfayı adada
bırakırlar. Geminin kontrolü tekrar kaptanın eline geçer ve Crouse’ya kurtuluş
yolu açılır. İngiltere’ye gider kaptanın gemisiyle. Orada anne ve babasını
ölmüş olduğunu görür. Şehirde kimse onu tanımamaktadır. Ve onu oraya bağlayan hiçbir
şey kalmamıştır. Yalnız arkadaşları onun eşyalarını ve ailesinde kalan mirasını
saklamışlardır. İngiltere’de geçirdiği zamanda Crouse adasının ne halde
olduğunu merak eder. Ve yeni bir maceraya atılarak adasını görmek üzere yola
çıkar.
Analizi:
Kitapta bir çok karakter vardı. Ancak en öne çıkanlar
Robinson Crouse ve Friday (Cuma)’ydı.
Crouse bir İngiliz. Çok cesur bir kişilik, maceraları
seviyor ve zor durumda kalmak onu korkutmuyor. Adada becerikliliği ve iş
bilirliği sayesinde hayatta kalmayı başarıyor.
Cuma ise eski bir yamyam. Okuma yazması olmayan, medeniyete
dair hiçbir şeyi olmayan birisi. Her şeyi Crouse’dan öğreniyor ve bu yüzden ona
çok sadık.
Kitap aslında ne durumda kalınırsa kalınsın pes edilmemesi
gerektiğini öğütlüyor. Nitekim en sonunda vazgeçmemenin ödülünün de kitapta
verildiğini görüyoruz. Kitap Crouse’nun hayatta kalma mücadelesinin ve
medeniyetin olmadığı bu mekandaki zamanla gelişiminin bir izlencesi. Bolca betimlemeler kullanılmış ve çok gerçekçi
bir dille yazılmış.
Ancak yine de kitaptaki herşeye övgüler yağdırabilmemiz
mümkün değil. Mesela kitap Crouse’yu esir alan korsanları Türk olarak
göstererek, milletimize bir hakarette bulunuyor. Birde tabi kölelik meselesi
var. Köle alım satımı normal bir şey gibi anlatılıyor ve bir İngiliz’in bir
siyahiden üstün tutulduğunu, Crouse’nin Friday’i kurtardıktan sonra
köleleştirmesiyle açıkça gözlemleyebiliyoruz.
Kitap olumlu ve olumsuz yanlarıyla yine de güzeldi.
Öğretisinin olumlu yanlarını örnek almak güzel bir hedef. Crouse’nun asla pes
etmemesi bende çok önemli etki bıraktı. O şartlarda hayatta kalabilen bir
kişiyle şimdi yaşadığımız şartları ve imkanlarımızla beraber çokça
yapmadıklarımızı düşündürdü.
9 Şubat 2015 Pazartesi
Jose Saramago - Körlük Eleştirisi
İnsanları insan yapan etik değerler vardır. Herkesin bildiği kimsenin söylemediği hayatın öğrettiği değerler. İnsanlık bu değerlerin varlığıyla kurulan bir düzendir. Eğer bunlar bir gün kaybolsa, insanlıktan eser kalmazdı herhalde.
Herhalde tam bir körlük başlardı. Görmezden gelinirdi tüm olanlar. Bana dokunmayan bin yaşasın mantığı hakim olur, güvensizlik başlardı. Bu ortamdan bir tek birbirine güvenenler ya da olanları anlayan 2 çift göz kurtulabilirdi herhalde.
Bu romandan çıkarımlarım genel olarak böyle. Yazar kitabında gündelik hayatta görüpte duyarsız kaldığımız insanlara, toplumdan dışlanmışların psikolojisine ve birlik beraberliğin önemine vurgu yapmış.
Kitapta trafik ışıklarında durduktan sonra oluşan bu yayılmacı beyaz körlük metafor olarak kullanmış. Beyaz körlük burada sadece göze bir perde inmesinden başka bir şey değil. Beyaz körlük toplumdaki aksaklıklara dikkat çeken bir imgelem olarak, toplumum bozulması değerlerini yitirmesi halinde, oluşacak olan asıl körlüğe bir geçiş süreci.
Kitapta insanların onları görmediğini düşündüğü ve aslında onları hep gören 2 çift göz var. Bu 2 çift göz diğerlerine onlar bilmeden yardım ediyor. Doktorun karısının burada Tanrı'yı canlandırdığını düşünüyorum. Doktorun karısının tecavüze uğramasıysa bu körlüğe geçiş sürecinde yitirilen değerlerle birlikte unutulan dini gösteriyor.
Peki kitabın sonunda herkes neden görüyor bunu bir açıklama getiremedim. Ama bir ipucu da bulamadım değil. Bu cümleler tüm kitabı özetliyor aslında:
Neden kör olduk?
Bilmiyorum, bunun nedeni bir gün keşfedilir
Ne düşündüğümü söylememi ister misin?
Söyle
Biz zaten kördük
Gören körler mi
Gördüğü halde görmeyen körler
Sözlerimi bitirirken körlerin beyaz körlükten görmeye başlamaları sürecinde olan ilk karanlığı gördüklerini hatırlıyor karanlığın en koyu olduğu an aydınlığın en yakın olduğu zamandır sözünü hatırlıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)