Yazdıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazdıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2016 Cuma

Erkekteki Cinsel Sorunlar


Evlilik çiftlere birbirine karşı yerine getirilmesi gereken sorumluluklar getirir. Ve bu sorumluluklardan biri de cinselliktir. Türkiye’de cinsellik kavramı evliliğin ardına saklanmış bir tabu olarak karşımıza çıkar. Cinsellik konuşulmaması gereken ve ayıp olarak nitelendirilen bir kavramdır. Bu düşünceler nedeniyle cinsel sorunlar ve çözüm yolları adına çiftler bir adım atmaz ve hep gizlemeye çalışırlar.

Günümüzde erkeklerin en büyük sorunlarından biri cinsel konularda yaşadıkları sıkıntıları kimseye açamamalarıdır. Erkeklerde en bilinen cinsel sorunlar; sertleşme sorunu, cinsel isteksizlik, erken boşalma ve ereksiyon olamama gibi sorunlardır. Bu gibi sorunlar sonucu karşı tarafı tatmin edemeyen erkek evliliğinde büyük problemler yaşar. Cinsel hayatlarını istedikleri gibi yaşayamayan çiftler zamanla birbirinden soğur ve bazen cinsel problemler evliliklerin bitmesine bile neden olabilir. Bu yazımızda cinsel sorunlar ve çözüm yolları nelerdir konusunu işleyeceğiz. 

İlk sorunumuz sertleşme sorunu: Sertleşme sorunu erkeğin cinsel ilişki için yeterli sertliği sağlayamama ya da bu sertliği sürdürememesinden kaynaklanır ve yaş ilerledikçe sertleşme sorunuyla karşılaşma ihtimali daha çok artar. Sertleşme sorunu daha çok organ kaynaklı bir sorundur ancak psikolojik sebeplere de sahip olabilir. Sorun, penis iç yapısındaki damar ve adale bozukluklarından, testosteron hormonundaki düşüşlerden kaynaklanabildiği gibi kullanılan bazı ilaçların yan etkisi olarakta ortaya çıkabilir ve yaşlılığın psikolojik etkisinden de kaynaklanabilir. Erkeklerde özgüven eksikliğine, ilişkiden soğumaya ve karşı tarafa zevk verememeye neden olan bu durum evliliklerin bitimine bile neden olabilmektedir.  Çoğu erkeğin yaşadığı ve yaşamakta olduğu sertleşme sorununu tüm erkeklerin neredeyse yarısı hayatlarının bir döneminde yaşamıştır. Halk arasında iktidarsızlık denilen bu sorunun devamının olduğu durumlarda acilen doktora gidilmelidir çünkü bu bir başka hastalığın belirtisi de olabilir. 

İkinci sorunumuz cinsel isteksizlik: Çoğunlukla hormon sorunlarına bağlı olarak gelişir. 5 erkekten 1’inde görülür ve çoğunlukla testosteron hormonundaki azalma ve düşüşlere bağlı olarak ortaya çıkar. Yaşlılıkla birlikte görülme sıklığının daha fazla olduğu söylenebilir. Cinsel isteksizlikte tek sebep hormon sorunu değildir. Evlilikteki sorunlar, depresyon, kendini yetersiz hissetme gibi psikolojik faktörlerde cinsel isteksizliğe neden olabilmektedir. Bu yüzden çiftler arasında sorunun konuşulması çok önemlidir. Bir erkek sürekli cinsel istek duyar diye bir efsane vardır ki bu çok yanlıştır. Bu yüzden sorun dönemselde olabilir biraz beklenmeli ve devamı görülürse altında yatan nedenin bulunması için bir doktorla görüşülmesi gerekmektedir. 

Üçüncü ve son sorunumuzsa cinsel istikrarsızlık: Erkeğin ilişki esnasında erken boşalması veya ereksiyon olamaması gibi sorunlar cinsel istikrarsızlık olarak adlandırılmaktadır. Erken yaşta öğrenilip hızlıca yapılmaya çalışılan mastürbasyon erken boşalmanın en büyük nedenlerindendir. İlişkinin geçekleştiği yerden kaynaklı problemler, stres, alkol ve sigara kullanımı ve bazı ilaçlarla birlikte yaşlılıkta, cinsel istikrarsızlığın diğer nedenleridir. Ortalama bir erkek 4-5 dk. arasında boşalmaktadır. İlişki öncesinde veya ilişki başlangıcından 1-2 dakika sonrasına kadar boşalıyorsanız sizde de bu problem var demektir. Cinsel istikrarsızlık yeterli deneyim kazanıldığında kendi kendine de çözülebilmektedir ancak organ problemlerinde kaynaklı bir durum söz konusuysa haliyle tedavi gerekecektir. İnternette bu rahatsızlık hakkında satılan onaysız bandrolsüz resmi olmayan ilaçlara kesinlikle itibar edilmemeli ve her durumda doktora gitmek gereklidir.


Aslında tüm sorunlar doktora gidilerek bir tedavi sürecine sokulabilir ve sonucunda da bir iyileşme ya da iyiye doğru gitme yakalanabilir. Ancak yazının başında da söylendiği gibi biz Türkler olarak cinsel sorunlar ve çözüm yolları üzerinde etraf ne der korkusuyla hareket ediyor ve çoğunlukla hiçbir şey yapmamayı yeğliyoruz. 

15 Mayıs 2016 Pazar

Hava Kirliliği Üzerine


Dünya bütün güzellikleriyle insanın karşısında mükemmelliği simgeliyor. Buna karşın doğa ve insan yüzyıllardır bir savaşım içinde. Bu savaşım aynı zamanda bir uyumdan ötürü geliyor. Çünkü doğa içinde olan herşeyi kendine dönüştürerek mümemmelleştirme peşinde. Bu durumda insan bir virüs gibi sistemi bozmaya çalışan zararlılardan biri haline geliyor. Bir virüsü sistemden ne kadar silerseniz silin onun varlığını yok edemezsiniz. Son yüzyıllara kadar hep böyle gelişmiş insan. Her seferinde bir üst versiyonunu geliştirmiş. Gelinen durumda ise sistem error'lar veriyor ve bir virüs korsan bir hakimiyet kurmuş doğanın üstünde. Bu virüsün tek amacı ise sanal kurlar üzerinden dönen gerçek metaları biriktirmek ve herşeyi metalaştırmak yönündedir. İnsanın elinde bir hançer vardır ve bu uğurda doğanın bağrını selim deşik etmiştir. Dünyanın en dıştaki koruyucu zırhı olan Ozon tabakası'nın delindiği araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Mükemmel bir dünyada yaşayan bayağı insanlarız. Ve giderek Dunya'yı da kendimize dönüştürüyoruz. Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Devamı halinde bir sonraki nesle bırakacağımız bizimki gibi bir dünyamız olamayacak. İklimler değişiyor ve doğa her zamankinden daha fazla saldırıya maruz kalıyor. İnsanlık gerçekten tek dışı kalmış bir canavar. Kendi idam sehpasını hazırlamışken dahi o, son isteğinin hayaliyle yaşıyor. Hava kirliliğini insan sağlığı üzerindeki etkileri atmosferde yüksek miktardaki zararlı maddelerin dokunması sonucu ortaya çıkar. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için teneffüs edilen havanın mutlaka temiz olması gerekir. Atmosferde %78 oranında azot, %21 oranında oksijen ve %1 oranında diğer gazlardan bulunur. Bu gazlardan en kararsız olanları ise su buharı ve karbondioksittir. Karbondioksit normalde çok küçük bir yer teşkil eder. İnsan ve hayvanların teneffüsü ve bitkilerin fotosentez olayı ile atmosferdeki miktarı dengede tutulur. Doğal olarak saf atmosfer dini olan yabancı maddelerin üretimi ile kirletiyor. Petrol ürünleri ve endüstriyel kirleticiler bunların başlıcalarıdır. Özellikle son yıllarda endüstriyel aktiviteler, şehirleşme ve nüfusun artması ile kirlilikte giderek artmaktadır. Karbon monoksit (CO), kükürt oksitler (SOX), azot oksitler (NOX), uçucu organik karbon (VOC), partikül maddeler (PM), asit aeroselleri, ağır metaller, kurşun, kadmiyum, nikel insana zararlı etkileri olan maddelerdir. 
TÜİK 18 Nisan'da 2014 yılı Seragazı Emisyon Envanteri araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Envanter sonuçlarına göre 2014 yılında toplam seragazı emisyonu 467.6 milyon ton olarak hesaplandı. Emisyon eş değeri olarak en büyük payı %72.5 ile enerji kaynaklı emisyon, sırasıyla %13.4 ile endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, %10.6 ile tarımsal faaliyetler ve %3.5 ile atık takip etti. Aynı araştırmanın 2012 versiyonunda ise CO2 (Karbondioksit) eşdeğeri olarak 2012 yılı toplam seragazıemisyonun 1990 yılına göre %133.4 artış göstererek 439.9 milyon ton olduğu söyleniyor. 2014'te 476.6 milyon ton milyon ton olduğunu hatırladığımızda artışın 90 yılından bu yana sürdüğü ortaya çıkıyor. TÜIK'in 2011 yılı Ekim ayında yaptığı Hava Kalitesi istatistikleri araştırmasına göre ise en yüksek kükürtdioksit ortalamasının Edirne'de,partiküler madde ortalamasının ise Afyonkarahisar'da olduğunu ortaya çıkardı.
Bir denizden biir damlayı anlatmaya çalıştım. Umarım faydalı olmuştur.

1 Ocak 2016 Cuma

Mutlu Yıllar


Yeni bir yıla girdik. Kimilerine göre 2016 bana göreyse 21. Bir ismi dahi yok bu yılın ve rakamlardan oluşan bir dizi anlam kümesinden başka bir şey de değil aslında. Uzun bir süredir kullanılıyorlar ve zaman denen göreceli kavram bu sayede bir standarda oturtulabiliyor.

Kullanageldiğimiz zaman kavramı Dünya'nın Güneş etrafında dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik süreden ibaret. Dünya attığı her bir turu bu sürede tamamlıyor. Çünkü Dünya'nın ruhu yok, Dünya'nın heyecanları, sevinçleri ve korkuları yok. Dünya bir fizikçi için sayılar ve problemlerden oluşan bir dizi kümeden başka bir şeye değil.

Ama biz insanlar farklıyız. Bizim için zaman bazen çok hızlı geçer ve bazense çok çok yavaştır. Aynı zamanda bu her birimiz içinde farklıdır. Dünya'daki bazı insanlar için zamanın hızlı geçen tarafları yavaş geçenlere oranla daha fazlayken bazıları içinse yavaş geçen taraflar hızlı geçenlere oranla daha fazladır.

Ancak ben bunun modern zamanlarda çok önemsendiğini sanmıyorum. Modern zamanlar her şeyin standart ve hesaplanabilir olmasını ister. Güneş nasıl her turunu 365 gün ve 6 saatte tamamlıyorsa her insanda her yeni iş gününde aynı verimi vermeli aynı saatte işe gelip aynı saatte işten çıkmalıdır. İnsan doğduğu andan itibaren bir makine için eğitilir ve ruhundaki parçalar bu makinenin dişlileri arasında törpülenir. Bir süreden sonra ise insan makine olmuştur.

2016 yılı insanlar için yeni yeni yeniler ifade eder. Bazısı hiç inanmasa da aldığı lotodan zengin olmayı umarken bazısı bir sevgili bulmayı, bazısı iyi bir iş sahibi olmayı vs. hayal eder. Ancak dünya üzerindeki yerimize baktığımızda tüm bu istekler dünyadaki diğer sorunlar karşısında çok küçük dertlerdir ve tüm bu dertlerin çözümünü tek bir saniyede gerçekleşecek olan bir rakam oyununa bağlamak çok saçmadır.

Yeni yıl balonu yeni yeni yenilerin pazarlarda yerlerini bulduğu bir ticarethanedir ve kültür endüstrisi yeni iş yılının açılışını da ilk o gün ilan eder. Her yeni yıl kurulan pazarlar insanlara umut aşılar. Ancak makine-insan bunları düşünemez. İnsan mucizelerin her zaman herkese gerçekleşecek olaylar olmadığını ve aslında asıl olanın olanın çalışmak olduğunu bilmelidir.    

Dünya'nın dönüş zamanı ve insan ömrü bu konuda bir tezat oluşturur. Dünya ne kadar dönerse dönsün ruhsuz kalacaktır ve kendi halinden o kadar memnundur ki bunu değiştirmek için hiç bir şey de yapmayacaktır. Ancak insan ömründe geçen her günde bir sonraki günün son gün olabileceğini düşünür. Bu sebeple faydalı olmak ve geride bir şeyler bırakmak için çalışır.

Dünya'nın bir kısmı mutlu ve diğeri mutsuzken bazı insanlar mutlu yıllar diyemez. Bu yüzden yeni yıl kutlamayanları anlamalıyız. Yeni yıl kutlamayanlar bir noktada güçlünün zayıfı ezdiği standartlara aykırı olduklarını bildirirler. İnsanlar belki dinsel sebeplerle belkide bu sayı oyununun saçmalığını anladıklarından yeni yılı kutlamazlar. Ama bu konuda ortak olan şey standartlara aykırı davranışlardır. Bu yüzden standartların makine tarafından belirlendiği bu düzende ona karşı yapılan harekette amaç sorgulamaya gerek yoktur.

Bu rakamlar için anlamlar kümesi diyorum ve anlamlar insanlar tarafından üretilir. Rakamların ise bir ruhu yoktur.

23 Aralık 2015 Çarşamba

Tarihi Yeşilırmak Köprüsü



Yeşilırmak köprüsü 1890’lardan bu yana iki yakayı birbirine bağlıyor.

M.Ö. 4000 yıllarında yerleşmenin başladığı Çarşamba ilçesi ortasından geçen Yeşilırmak ve verimli ovaları ile her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. 1890 yılında nehrin iki yakasına yayılmış olan Çarşamba kasabası nehir boyunca uzanan meskenlere sahipti. Sahil ile kasaba arasında ulaşım kayıklarla sağlanırken yine öte ve beri yakayı da büyük kayıklar bir araya getiriyordu. Özellikle şubat- haziran ayları arasında suların yükselmesiyle iyice kolaylaşan ulaşım, karşıya geçirilecek hayvanı olanlara ise aynı oranda bir zorlaşmayı içeriyordu. Zaman zaman can ve mal kayıplarına sebep olan bu durum, bu zorluğun çözümü için bir harekete ihtiyaç duyuyordu.

Çarşambalının beklediği bu ilk hareket nihayet 1890 dolaylarında olmuştur. İki yakanın buluşmasıyla sonuçlanan tahta köprü yapımı ilçenin geleceğine şekil veren etmenlerdendir. Çarşamba araştırmaları adlı kitapta 1313 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesi’nin ahşap ve cesim bir köprüden bahsettiği yazmaktadır. Dayanıklı olmadığı için sık sık yeniden inşa edildiğinin de bilinenler arasında olduğu bu köprü 1913 tarihli belgeden anlaşıldığı kadarıyla paralıdırda. 1914 itibariyle 45 kuruş geçiş ücreti uygulanması teklif edilen köprüden elde edilen gelir muvazene-i hususiye’ye aktarılmaktadır. Çarşamba’nın bu ilk köprüsü 1. Dünya Savaşı yıllarında yetersizliği sebebiyle fayda vermemiş ve Çarşamba’nın doğu yakasındaki araçlar nehrin batı yakasına geçirilememiştir.

Türkiye’nin En Uzun Köprüsü  

Tahta köprünün bu yetersizliği Cumhuriyet döneminde gerçekleşecek bir ikinci hareketin zeminini oluşturmuştur. Çarşamba Belediye Başkanı Hüseyin Dündar’ın söylediğine göre bu ikinci hareketi başlatan bizzat M. Kemal Atatürk’tür. Atatürk 1930 yılındaki Samsun gezisinde Çarşamba’ya modern bir köprünün kazandırılması için zemin etüdünün yapılmasına onay vermiştir.  Bu gezisinde Çarşamba Türk Ocağını da ziyaret eden Atatürk  “Çarşamba’da gördüğüm gençlik iftihara layıktır.” demiştir. Yeşilırmak köprüsü 1931 yılında yapımı tamamlandığında Türk mühendis ve işçiler tarafından yapılmış Türkiye’nin en uzun köprüsü ünvanını almıştır. 10 gözlü, 12 ayaklı ve 270 metre uzunluğundaki bu köprü 252.963 liraya mal olmuştur. Tarihi köprü sanatsal bir değeri olmamasına karşın; teknoloji yönünden Cumhuriyet’in 10. yılında övündüğü bir eserdir.

Çarşamba araştırmaları adlı kitapta Prof. Dr. Nedim İpek:  “Köprü yok iken kasaba ahalisi karşı yaka, öte yaka tanımlamalarıyla birbirlerini ötekileştirmekteydiler. Belki de köprü karşı yaka ismiyle birbirine karşı olan toplumu tekrar bir araya getirip kaynaştırmayı amaç edinmiştir.” diyor.

Ancak Çarşamba köprüsü bölgedeki gerçeklerden sadece birisidir. 1949 doğumlu Aynur Batdal “Bizim çocukluğumuzda çok sık sel olurdu. Evimiz ırmağın kenarındaydı ve ben belediyenin etrafında kayıklarla dolaşıldığını hatırlıyorum.” diyerek bu gerçeği ortaya koyuyor. Aynur Batdal yapılan 3. Bir hareketle rahatladıklarını da sözlerine ekliyor. Yeşilırmak üzerine yapılan barajlar ve setler sık sık yaşanan sel felaketlerinin önünü kesmiş ve ünlü Çarşamba’yı Sel Aldı türküsü dillerde o günlere ait bir hatıra olarak kalmıştır.

Yeşilırmak köprüsü geçen zamana rağmen önemini her zaman korumuştur. 1934-1970 yılları arasında Karadeniz’in bütün araç trafiğini karşılamış, 1960’lı yıllardan itibaren Samsun – Ordu karayolunun yapılmasıyla köprü şehiriçi köprüsü haline gelmiş. Ancak köprünün araçlarda kurtulup sadece yayalara açılması ise 2007 yılını bulmuştur. Çarşamba Belediye Başkanı Hüseyin Dündar ilçeye yaptırdığı diğer 3 köprü için her zaman övünç duyacaktır. Çünkü yapılan bu 4. hareket,  Yeşilırmak’ın 4 noktadan ilçeyi birbirine bağlamasını sağlamış; adeta ilçeye atılan bir düğüm işlevi görmüştür.

Yine de Yeşilırmak köprüsündeki gelişmeler bunula sınırlı kalmamıştır. Köprü ilçenin sembollerinden biri olduğu ve estetik değerini kazandığı bir işleme daha tabi tutulmuştur. Hüseyin Dündar 2008 yılında yapılanlar için köprünün mimari bir kimlik kazanmasını ve Çarşamba’nın sembolü olmasını hedeflediklerinin söylüyor. Köprü üzerindeki dolgu, kum ve kaplamaların kaldırıldığını ve yapılan düzenlemelerle köprünün günümüze kazandırıldığını söyleyen Hüseyin Dündar: “Bu çok memnuniyetle karşılandı.” diye de ekliyor. Çarşamba köprüsü 2013 yılında birde iftar organizasyonuna ev sahipliği yapmış. Öte geçe ve beri geçeden birçok insanın akın ettiği organizasyona katılım çok yoğun olmuş. Belediye Başkanı Hüseyin Dündar; iftar programlarından birisini köprü üzerinde yaparak birlik beraberlik ve ramazan ruhu adına güzel görüntüler sergilediklerini söyledi.

Günümüzde Çarşamba köprüsü Çarşamba’nın sembolleri arasında ve Çarşamba Belediyesi’nin ambleminde kendine yer bulmuş durumdadır. Çarşamba’da yaşayan herkesin iyi ve kötü bir anısının bulunduğu tarihi köprü; kışın soğuğu yazın ise serinliği ile hatırlanıyor. Çarşamba ilçesinin tarihinde ve bugününde bir yere sahip olan tarihi köprü, gelecekte de bu yerini koruyacak gibi gözüküyor.

20 Kasım 2015 Cuma

80 Yıllık Ayakkabı Tamircisi

Çarşamba’da Topçu amca lakabıyla tanınan 89 yaşındaki Mustafa Topçu 80 yıldır ayakkabı tamirciliği yapıyor.

Samsun’un Çarşamba ilçesindeki mütevazi dükkanında ziyaret ettiğimiz Mustafa amca “Ben kendimi bildim bileli ekmeği bu meslekten kazandım. Benim ekmeğim, elimde tuttuğum çekicim ile ayakkabı bıçağım oldu” dedi.

9 yaşından beri ayakkabıcılıkla uğraşan Mustafa Topçu, ailesini bu meslekten geçindirdiğini dile getirdi. Topçu, 3 çocuk ve 9 torun ve bu 9 torundan da 12 torun sahibi olduğunu söyledi. “Benim tüm anılarım bu işyerinde bulunuyor” şeklinde konuşan Topçu amca, yıllardır bu mesleği kendi elleriyle yapmaktan gurur duyuyor.

Şimdiki Ayakkabılar Kalitesiz

Makineleşmenin başlamasıyla ayakkabıların da kalitesizleştiğini söyleyen Mustafa amca “Biz Çarşamba ayakkabısı yaptığımız zamanlarda domuz kılı ile dikerdik. Domuz kıllarının ucu sert oluyordu ve arkası da 3-4 kollu oluyordu. Arkasında bağladığımız iple ayakkabıyı dikerdik ve ayakkabılar daha sağlam olurdu.” dedi.

Oğlu da Ayakkabı Tamircisi

Babası Mustafa Topçu ile beraber 44 yıldır ayakkabı tamiri yapan Lütfü Topçu ilkokuldan ayrıldıktan sonra bu mesleğe başladığını söyledi. Bildiğim her şeyi babamdan öğrendim diye de ekleyen Lütfü Topçu, babasıyla beraber bu mesleği severek yaptıklarını söyledi.

Çarşamba’dan İspanya’ya Giden Ayakkabılar

Topçu amca ile sohbet ederken konu Çarşamba ayakkabılarına geliyor. Çarşamba ayakkabılarının eskisi kadar üretilmediğini söyleyen Topçu amca, eskilerde bu ayakkabıların delikanlı, kabadayı ayakkabıları olarak görüldüğünü söylüyor. Topçu amca   “Eskiden ünlü kabadayılar hatta paşalar bile Çarşamba ayakkabılarını giyerlerdi. Çarşamba ayakkabılarını giyenler arasında İspanyol dansçılar da vardı. Bir zamanlar Çarşamba’dan İspanya’ya ayakkabı giderdi.” şeklinde konuştu.


89 yaşındaki Mustafa Topçu’ya yaşlılığını hatırlattığımızda “İnan şimdiye kadar ayakkabı tamirciliğinden emekli olmayı hiç düşünmedim. İnsan eğer gücü yeterse son nefesine kadar üretmeli. Emeklilik tembelliktir. Ben çalışmasam bu kadar dinç olamam.” dedi.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Behçet Necatigil - Eski Sokak

Bugün bir şairle daha tanıştım. Behçet Necatigil. Okuduğum 4. şiir kitabı onun Eski Sokak isimli YKY basımlı kitabı oldu. Sevdim ben Behçet abiyi. Eski soyadı gibi Gönül'ünü koymuş yazdıklarına. Çevirdim sayfaları her sayfada dert vardı. Fakirlik, sokak çocukları, açlar, dışar8da kalanlar. Şiirinde sanki bir dünyayı anlatıyordu. Siz görmüyorsunuz belki ancak zaten benim sanatçı olarak görevim bu zaten diyordu. Yazı adlı şiiri sanki bir isyandı duyarsız şairlere.

Yazı

Ve şairler boyuna kime yazarlar
Yıkılmış köprülerin başında
Ürkmüş boşluktan biri inliyorsa
Ve şairler onlara geldimlere yazarlar

Kitapta birde unutulmak korkusu sezdim. Bizi yazdıklarımız hutırlatır diyen adam, kitaplarda sadece doğum ve ölüm yılları arasına isminin sıkışmasından korkuyordu. Bir ömürlük yaşamın 3-5 kitap ismine sığdırılmasına içerlemişti sanırım. Kitaplarda Ölmek ve Meddah İsmet adlı şiirleri bu etkide yazılmıştı muhtemelen.

Kitaplarda Ölmek'ten

O şimdi kitaplarda bi isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları

Bu yüzden yazmayacağım ne zaman doğduğunu, öldüğünü sadece kitaptan, şiirlerinden, fikirlerinden bahsedeceğim. Toplumdaki derde dertlenen bir şair izlenimi gördüm ben bu kitapta. Bazı yerler çok yalındı, ne anlatılmak istwniyorsa oydu. Bazılarıysa daha karmaşık bir şeyi anlatıyordu. Nitekim hayatına baktığımda; şairin başlangıçta anlatma öğesi taşıdığını, 1945 sonrası ose kendini kolay ele vermeyen anlaşılması daha zor şiirlere yöneldiğini gördüm. Nitekim Türkiye Atlası adlı şiiri sanki kapitalizme savurduğu bir darbe gibiydi.

Türkiye Atlası

Kimi dev yatırım, özel sektör
Kimi dağ köylerinde çerçi olduğu
Yükselir bir yapı gökdelen binlerin
Onda bir görünmez harcı olduğu
Koltuk altında haç kimiler
Varmadan bir kutba, geçmeden bir çölü
Çoklayın, düzen kocalarının
Ne de kolay hacı, hancı olduğu
Ve çiler yazarlar, makara çekerler
Binlerin o birlere borcu olduğu

Behçet Necatigil'den öğrenecek çok şeyim var belliki. Ben de ara sıra şiir yazmaya çalışırım. Ancak daha önce yazdığım şiirler hep hece ile son ses uyumu ile oldu. Hiç şiir kitabı okumadan düz bir şekilde yazdım. Ancak artık bir hoca belirlemenin vaktinin de geldiğini biliyorum. Bu yüzden şiir kitaplarına yeni yeni bir ilgim var. Ve görüyorum ki benim yazdığım dışında çokta farklı türler varmış. Bu kitapta da onlardan birini buldum.

Behçet Necatigil aynı zamanda kare şiir diye bir türün başlatıcısıymış. Kare şiir tek bir okunuştan sıyrılmış aşağı yukarı ve farklı knbinasyonlarla okunabilen bir şiir. Şair bu yöntemle sözcüklerden farklı anlam dizileri oluşturmayı hedeflemiş. Savaş şiiri bu yöntemle yazdığı ilk şiir. 5 mayıs 1970 salı/evde bu biçimde ilk şiir budur notuyla anlayabiliyoruz.

Savaş

Sinerek            çukurlara      uçuşurken       ne fena
                        sinekler         zehiryeşili
                        korkulu         bekliyorum
bilmediğim     bir emir         almışım           gelmişim
çöllere             yollar             cesetler           çürürken
giderek           daha can        sırtıma             kaç can.

Şair şiiri hakkında 1961'de yaptığı bir konuşmada “Ben mum alevinde pervane gibi hep aynı odaktan yazdım şiirlerimi. Ev ve her günkü yaşamalar... Toplumun ve imkanlarımın bana bağışladığı dar dörtgende gözlerimi her açtığımda karşımda büyük şehrin orta-fakir sınıf ev, aile çevrelerini buldum. Benim bugüne kadar vermek istediğim gerçekler, hiçbir zaman bu sınırların ötesinde olmadı,“ diyor. Eski Sokak adlı kitabı herkese tavsiye ederim. Benim en sevdiğim şiirse Filigran oldu.

Filigran

Kimi kağıtlar
Aydınlığa tutsanız
Çizgi, resim, bir şekil
Ya da gizli mürekkeple yazılmış
Boş görünen sayfa
Okunur ısıya yaklaştırınca
Kimi şiirler
Okunur arkasında
Kendi ateşiniz varsa

Türk Toplumunda Kadın ve Erkek Rolü

Şu sıralar farkındalık konulu bir kısa film yarışması için senaryo yazma çalışması içerisindeyim. Toplumdaki kadın ve erkek ayrımının nasıl ilk doğduğumuzdan itibaren ortaya çıktığını göstermek istiyorum. Ancak daha elimde birşey yok. Beyin fırtınası yapmaya devam ediyorum.

Kadına Biçilen Rol

Çocuk doğurmak (küçük çocuklar barbi bebekleriyle oynarken)

Yemek yapmak (bebeğine yemek verirken)

Evlenmek (zorunlu) (evcilik oyunları)

Erkeklerle konuşmak yok

Etek giymek gerek

Başörtüsü zorunlu

Dikiş-nakış öğrenmek

Pembe kıyafetler

Hareketler yumuşak (erkek fatma)

Oturuşa dikkat (etek düzelt)

Kıyafetlere dikkat (yaka ve etek boyu)

Pembe dizi izler

Doğduğunda sevinilmez

Annesine işlerde yardım etmeli

Ya okur

Ya evlenir

Erkeğe Biçilen Rol

Savaşmak - askere gitmek (küçük çocuklar elerine tahta silahlar boncuk tabancaları)

Çalışmak - ev geçindirmek (büyük adam olacak benim oğlum)

Namus bekçiliği (kardeş önemli)

Ağır kaldırmak

Güç - kuvvet - kavgalara katılmak

Eve para getirmek

Mavi kıyafetler (bebekken)

Hareketler sert (nonoş)

Küfür öğrenmek zorunlu (küfür yoksa muhabbet yok)

Futbol maçı izler

Doğduğunda sevinilir

Babasının işini devralmalı

Bu çocuk okur

Bu okumaz (bir baltaya sap olmaz)

Pygmalion Etkisi

Bana göre çocuklar hakkında küçükken yaptığımız bütün hal, hareket ve yorumlarımız onların geleceklerini derinden etkiliyorlar. Çocukları daha küçükken bir kehanetin içine sürüklüyor ve onlardan tam da bizim istediğimiz şekilde insanlar çıkmasını bekliyoruz. Aslında bu yaptıklarımız uzun dönemli bir pygmalion etkisinden (kendini gerçekleştiren kehanet) başka bir şeyde değil.

Efsaneye göre Pygmalion bir heykel yapıyor ve sonrasındaysa bu heykele aşık oluyor. Heykelin gerçek olduğuna inanıp o şekilde yaşamaya başlıyor. Ve en sonunda bunu duyan tanrı ise heykeli gerçekten canlandırıyor. Daha basit bir şekilde anlatmak istersem sizden kendinizi bir tepsi taşırken düşünmenizi isterim. Ben size dikkat et düşürme diyorum ve tepsiyi düşürüyorsunuz.

Aynı şekilde bizde çocuklarımıza yaptıkları işlerde böyle dürtmeler gerçekleştiriyor ve normalde düşmeyecek olan tepsinin düşmesine neden oluyoruz. Onları özgür bireyler olarak yetiştirmek yerine toplum kabına uydurmaya çalışıyor, uymayan taraflarıysa yontup atıyoruz. Küçük eğdiğimiz minik fidanlar bu kehanetle büyüyor ve en sonunda eğilmiş birer ağaç olarak gelişiyorlar.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Çarşamba'yı Ayağa Kaldıracak Projeler

Türkiye’nin 2. büyük nehri Yeşilırmak’ın ikiye böldüğü ve verimli topraklarıyla adını duyuran Çarşamba daha da gelişiyor.

Çarşamba’yı tarım, turizm, eğitim ve sosyal yönlerden daha üst bir noktaya taşıması öngörülen projeler hayata geçirilmeye başlandı. Çarşamba Kaymakamı Caner Yıldız, Çarşamba’nın geleceğine yönelik projeleri gazetemize anlattı.

Gıdaya Dayalı Organize Sanayi

Çarşamba’ya gıdaya dayalı organize sanayi bölgesi kuruluyor.

Tamamen ihracata yönelik çalışmalar yapılacak olacak bölgede, tarım ürünlerinin işletilip ihraç edilmesi hedefleniyor. Caner Yıldız, kurulması planlanan bölgenin bin üç yüz dönümlük arazi üzerine kurulacak 30-40 fabrikadan oluşacağını ve 6 bin kişilik istihdamla birlikte sanayi bölgesinin Çarşamba’ya katkısının yıllık 5-6 milyar doları bulacağını söyledi.

Jeotermal Kaynak Tespit Edildi

Çarşamba Ovası’nda 2 bin - 2 bin 5 yüz metrelere inildiğinde yüz derece sıcaklığı bulan jeotermal kaynak tespit edildi.

Çarşamba’nın turizm potansiyelini artırması beklenen kaynak, evlerin ve seraların ısıtılmasında da kullanılacak. Çarşamba Ovası’nda 2-3 bin dönüm arazi üzerine kurulması planlanan modern seralarda sadece domates ve biber yetiştirilecek. Yalnızca ihracata yönelik üretim yapılması planlanan seraların ekonomiye yılda 1 milyar dolar katkı yapması bekleniyor.

30 Dakikada Çarşamba

Yüksek hız ve konforun Çarşamba’yla buluşması nostaljik kara trenin yerini tutmaya hazırlanıyor. 

Yıllar önce kaldırılan 36 kilometrelik Samsun-Çarşamba tren yolu hafif raylı tramvay hattına çevrilecek. Projenin ilk aşaması olan 17 kilometrelik Samsun-Tekkeköy hattının yapımından sonra hatta 5 durak daha eklenmesi ve hattın Çarşamba’ya kadar getirilmesi planlanıyor. Projenin başarıyla sona erdirilmesi halinde Çarşamba ile Samsun arası sadece 30 dakika sürecek.

Yeşilırmak Venedik Oluyor

Çarşamba’nın içinden geçerek ilçeyi ikiye bölen Yeşilırmak, üzerine kurulacak bentler ve kenarında inşa edilecek doğal yaşam alanları ile ayrı bir havaya büründürülecek.

Devlet Su İşleri ve Çarşamba Belediyesi işbirliğiyle Suat Uğurlu Barajı’nın yakınındaki HES etrafına doğal park ve içinde göllerinde bulunduğu 7 kilometre bir rekreasyon alanına çeşitli etkinlik alanları, spor tesisleri ve piknik-mesire yerleri yapılacak. Bununla beraber Yeşilırmak üzerine kurulacak bentler, Yeşilırmak suyunun kontrol altına alınmasını sağlayacak. Çarşamba diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, tekne ve kayık seferlerine ve hatta ileride denize kadar götürülebilecek bir yola sahip olacak. Projenin 2016’nın son aylarında bitirilmesi planlanıyor.

Özel Tematik Üniversite

Çarşambalı hayırseverler ve yöneticilerin girişimiyle 5 yıl önce bir üniversite şehri olmanın ilk adımını atan Çarşamba, Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin iletişim, hukuk ve adalet fakültelerini ilçeye getirebildi. Bu girişimle beraber Çarşamba yıllar içinde başka bir havaya büründü ve halk üniversiteliyi daha çok benimsedi. Ancak Çarşamba’nın üniversite sevgisi bununla sınırlı kalmadı. Yeniden başlayan girişimler Çarşamba’ya bir tematik özel üniversitenin kazandırılmasını öngörüyor. Çarşamba’da kurulması planlanan bu üniversite için Bilkent Üniversitesi ile temaslarsa hala devam ediyor.

Caner Yıldız tüm bu projelerin eğer hızlı çalışılırsa 2 yıl içinde tamamlanacağını söyledi.

13 Kasım 2015 Cuma

Herşeyiyle Çarşamba

Türkiye’nin Teksas’ı diyorlar ona; mertliğiyle, kabadayılığıyla ünlü bu şehir. Bir yandan da Hekimoğlu’nun memleketi. İnsanları bir başka, şiveleri bir başka. Evet bu ilçe Çarşamba. Kültürüyle, ekonomisiyle, sosyalliğiyle her şeyiyle Çarşamba’yı bulacaksınız bu yazıda.

Ulaşım

Çarşamba ilçesi Samsun’a 40 km uzaklıktadır ve Samsun ile ulaşım dolmuşlar vasıtasıyla sağlanır. Şehir içindeyse ulaşım taksi hatlarıyla sağlanır. Çarşamba’nın ulaşım problemi yoktur. Bu Samsun –Ordu karayolu üstünde yer almasından da kaynaklanır ve bunun dışında şehir içinde de herhangi bir problem olmaz. Çarşamba ilçesi Yeşilırmak’ın 2’ye bölmesiyle doğu ve batı olarak ikiye ayrılır. Şehrin doğu yakasıyla batı yakası arasında ulaşımın sağlanması için 4 adet köprü bulunur. Bu köprülerden 3’ü araç trafiğine açıkken 1’i şehir içinde yayaların kullanımına sunulmuştur.

Eğitim

Çarşamba eğitim konusunda bölgesindeki ilçelere göre önde olan bir ilçedir. Sınırları içinde 19 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı 3 fakülteyi barındıran Çarşamba, lise düzeyindeyse birçok Anadolu ve meslek lisesiyle birlikte imam hatip ve fen lisesine de ev sahipliği yapmaktadır.

Üniversite

Çarşamba herkesin birbirini tanıdığı kalabalık ama küçük bir ilçedir. Bu sebeple Çarşamba köprüsünde bir İstiklal caddesi havası hissetmezsiniz. Yıllar boyu gelişen şehir kendi kurallarını getirmiştir ve bu yüzden biraz dışarıya kapalıdır Çarşamba. Ancak son yıllarda bu hava yavaşta olsa kırılmaya başlamıştır. İlçeye 4 yıl önce açılan hukuk fakültesi ve 2 yıl önce açılan iletişim fakültesiyle beraber şehir halkı üniversiteliyle tanışmıştır. Gelen ilk üniversiteliler şehre alışmakta zorlanmış ve şehirde üniversitelilere alışmakta zorlanmıştır. Ama zamanla bu değişmiş ve üniversiteli şehre daha başka bir hava katmıştır.

Sosyal

Şehirde sosyal olarak yapılabilecek birçok şey mevcuttur. Şehir merkezinde yer alan küçük dükkanlar oturmak için tercih edilebileceği gibi Öz Akkaya ve Meydan Cafe gibi büyük çaplı mekanlarda şehir merkezinde yer almakta ve geç saate kadar açık kalmaktadır. Şehirde 1 sinema salonu ve Avm vardır. Bunlar dışında şehirde büyük bir alan kaplayan Adapark gezinti için tercih edilen yerlerdendir. Ancak Adapark kışta pek kalabalık olmaz. Yaz aylarında ise şehrin en aktif bölgesi oluverir. Adapark içinde 1 olimpik yüzme havuzu ve hamam, ucuz ve lezzetli yemekleriyle öne çıkan Göl restorant, yazda açılan lunapark, Gençlik merkezi ve birçok parkın yanında, tahta ev isimli şirin mekan da bulunmaktadır. Adapark’ta yer alan gençlik merkezi düzenlediği birçok ücretsiz kurs ve çeşitli etkinlikler sebebiyle şehrin en sosyal alanı sayılabilir. Şehirde bunlar dışında paintball oynanabilecek bir alan ve bir çok halı saha mevcuttur.

Ekonomik

Çarşamba ilçesi Yeşilırmak’ın oluşturduğu delta ovası içinde yer almaktadır. Bu yüz toprakları verimli ve tarıma elverişlidir. Samsun Türkiye’nin mısır üretiminde %40 pay sahibidir. Ve bu mısırın büyük çoğu Çarşamba ovalarında yetişir. Çarşamba ovalarında mısırın yanı sıra domates, biber, patlıcan, salatalık ve yeşil fasulye de üretilir ve diğer illere pazarlanır. İlçede 450 dekarlık alana tütün dikilmekte ve yılda ortalama 42.345 kg. ürün elde edilmektedir. Ayrıca ilçedeki şeker fabrikasıyla birlikte şeker pancarı üretimi de yapılmaktadır. Bunlarla birlikte şehirde kavakçılık ve fındıkçılıkta yaygındır. Şehirde bir sanayi gölgesi bulunur ve çeşitli sanayi kuruluşları o bölgede toplanmıştır.

Dil

Çarşamba’ya yeni gelen biri bir Çarşambalıyı anlamakta zorlanabilir. Çarşamba ağzı denen kendine has sözcüklere sahiptir Çarşamba. Bu ağız bazıları için komiktir bazıları içinse kabadır çünkü içinde en çok küfür barındıran ağız denebilir Çarşamba ağzına. Gençlerle konuşurken fazla zorlanmayabilirsiniz ancak yaşlılar bu ağzı daha fazla kullanır. Eğer Çarşamba’ya gelipte anlamakta zorlandığınız bir kelime olursa internette Çarşamba ağzındaki sözcüklerden oluşan bir sözlük bulabilirsiniz.

Ünlüler

Çarşamba için en çok silah kullanma oranına sahip olupta bu kadar çok eğitimli insan çıkaran başka bir ilçe yoktur derler. Çarşamba birçok ünlü simayı da yetiştirmiştir. Ali Fuad Başgil, Ferhan Şensoy, Sadi Celil Cengiz ve Yıldıray Çınar bunlardan sadece birkaçıdır.

İklim

Çarşamba bulunduğu Doğu Karadeniz bölgesinin iklim özelliklerini yansıtır. Yağmurların ne zaman başlayacağı belli olmaz ve yağmaya başladıktan sonra kaç gün devam edeceğini de bilemezsiniz. Bu yüzden yaz hariç sürekli şemsiye taşımak zorunludur. Çünkü Çarşamba’ya çokça yağmur yağar.

Turistik

Birçok alanda gelişmiş bir ilçe olan Çarşamba turistik olarakta bölgesinde bir değer oluşturur. Çarşamba’da yaya ulaşımına açık tek köprü olan tarihi köprü Çarşamba’ya gelenlerin fotoğraf çekilmeden gitmemesi gereken bir yerdir. Lakin her Çarşambalının da orada bir fotoğrafı vardır. Çarşamba merkezinde köprü dışında tarihi bedesten çarşısını veya yüzyıllık çınar ağacını görmeye gidebilirsiniz. Şehirden uzakta ise Çivisiz Göğceli Camii’ni, Kabaceviz Şelalelerini, Hasan ve Suat Uğurlu barajlarını veya ilk Tunç Çağından yerleşimlere rastlanılan Beyyenice’deki höyükleri ziyaret edebilirsiniz. Çarşamba’da daha bir çok tarihi ve turistik alan mevcuttur ancak en bilinenleri bunlardır.

Yemekler

Eğer Çarşamba’ya geldiyseniz köftesini yemeden gitmeyin. Şehir merkezinde birçok köfteci vardır ve hepsinin köfte yapışında ayrı bir güzellik vardır. Ama Çobanoğlu köftesi diğerlerine göre daha meşhurdur. Çarşamba’da meşhur olan diğer bir şeyse açık pidedir. Deneyimle sabit o açık pide meşhurluğunun hakkını verir cinstendir. Çarşamba’ya geldiyseniz şayet denemeden gitmeyeceğiniz şeylerden olmalıdır.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni Bir Yaşam


Yeni bir yaşam! Kulağa ne kadar da hoş geliyor!

Benim zihnimde güneşin batışıyla beraber bir ev hayali, onun önünde koşuşturan bir çocuk ve köpeğiyle; kendimi uçurtmasını göklere uçurmuş iplerini tutar halde hayal ediyorum. Evimin beyaz çitleri var ve bahçede beyaz bir çardakla beyaz bir masa etrafında toplanış 4 tane beyaz ortası yastıklı koltuk hayali kuruyorum. Masamızda börek çörek ve porselen bir çaydanlık var. Sandalyelerden birinde eşim. Yüzü bulanık halde ama bir tasvirini yapabilirim. Saçları kumral ve boynuna kadar iniyor. Kırmızı bir penye ve beyaz pantolon giymiş. Yanında küçük kızım. Tam ağzına bir kurabiyeyi almak için ellerini uzattığı ve o parmaklarının kurabiyeyi iki yanında tutacak vaziyette olupta tutamadığı bir an. Gözleri parıl parıl. Onun arkasında etrafta çiçekler var. Aslında bu çardak kapının sol tarafında ve bahçeyi kapıya giden beyaz taşlar ayırıyor.Ayrımlı ve en fazla iki ayak sığacak kadar bu taşlar. Sol ön tarafta veranda ve arkasında çiçek bahçesi yer alırken sağ tarafta ise dalları evin üstüne ve bacasına kadar ulaşan bir ağaç yükseliyor. Salıncak var yola bakan düzleminde ama bu salıncak bildiğimiz gibi değil. Lastikten bir salıncak.Evin kapısı açık ve sağ ve sol tarafa bakan pencereler de açık. Sol taraftan annem bize sesleniyor. Bu arada babamda içerideki köşe koltukta maç seyrediyor. Annemin ellerinde fırın eldivenleri var ve fırındaki ıspanaklı böreği çıkartmaya hazırlanıyor. Mutfağı da çok güzel. Bir Amerikan mutfak sayılmaz ancak / ancak bu bir hayal ve istediğim gibi kurabilirim. Evin mutfağı ve salonu birleşik. Arada sadece şu amerikan mutfaklarda olan tezgah var. Annem babamı görebiliyor. Salonun arka penceresinde giderek küçülen fillerden var. 7 taneler bereket simgeleri. Bir anne fil ve 6 yavru....

Ne kadar paylaşabildim bilmiyorum ama çok hoş bir yaşam. Ama ben daha 20 yaşındayım. Daha yeni bir yaşam isteyecek kadar pişman değilim ve yeterince hata yapmadım da. Benim yaptıklarım ancak gelecekle alakalı. Belki böyle bir geleceğe ulaşabilmek için kurdum ben bu hayali. Ve şimdikinden çokta farklı değil aslında çünkü yeni yaşam kurmak tanrısal bir güçle inmiyor. İnsanların eline verilmiş bir şey bu ve ben tam da bu noktadayım. İnsanların geçmişim neydi ki geleceğim ne olsun dedikleri nokta. Tam da bu noktadayım. Birçokları da benimle bu noktada. Belki bir kısmı bunun farkında, belki de değil. Ama bu nokta geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği, yeni yaşamlar kurabileceğimiz nokta. Ve bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..Bir hayal, belki bu hayal uğruna..

Geçmişim neydi ki geleceğin ne olsun derler ya. İşte tamda bu noktadayız. Geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..


Bu arada ev 2 katlı :)

22 Mayıs 2015 Cuma

Adalet! Sizce...

Merhaba arkadaşlar! Bugün biraz zor bir konuyla başa çıkmaya çalıştım. Adalet kavramını sorguladım biraz ve bunu kadın üzerinden yapmam işim hassasiyet gerektiren kısmıydı. Ama yapmam gereken tam da buydu. Çünkü bizim ülkemizde adalet ancak bir kötü olayla akla gelebiliyor. Bu yüzden Özge Can yaramızı bir kere daha deşicem ve muhtemelen bilmediğiniz 95'te yaşanmış bir olayı aktaracağım. Eğer sabredipte tüm yazıyı okuyabilrseniz aslında yapmak istediğimin sadece adaleti hatırlatmak ve bu konuda kendimle ve sizlere yazıyla sınırlı bir düşünce fırtınası yaratabilmek olduğunu göreceksiniz. 
Sedat Peker'in Yazısı
Gerçi yapacağım paylaşım kimilerine çok vahşice ve korkunç gibi gelebilir. Ancak geçmiş yılların birinde yaşanan bu olayın halkımız arasındaki bazı tartışmalara da katkı sağlayacağını zannediyorum.
1994 veya 95 senelerinde (o tarihlerde çok yakın görüştüğüm) bir dostumla sohbetimizde o dönemin en kudretli bir-iki orgeneralinden birinin (daha önceden kendisini tanıdığım bir paşa) benden geçmişteki yaverinin kızının başına gelen bir konudan dolayı yardımcı olmamı istediğini iletti. Bu notu ileten dostumuzla beraber bahsi geçen orgenerali arayarak konuyla ilgileneceğimi söyleyip, saygılarımı ileterek, telefonu kapattım.
O gün benim ilgilenmem gereken başka bir konu olduğu için biraderim olan Atilla Peker ve birkaç arkadaştan bu konuyla ilgilenmelerini rica ettim. Konuyu kısaca anlatmak istersem; Paşa’nın yaverinin kızı eşinden ayrılmış. Eşi ayrıldıktan sonra tekrardan eski hanımıyla cinsel ilişkiye girmek istediğinde bayan tarafından reddedilince zorla eski eşinin çırılçıplak fotoğraflarını çekmiş. Ayrıca da zorla cinsel ilişkiye girerken de yakın çekimden bunu fotoğraflamış.
Bu konuyla ilgili Sayın Paşa, Valiyi, Emniyet Müdürünü arayıp, konuyla ilgilenmelerini rica etsede resimler bulunamadığı için şahıs her defasında gözaltına alınarak, serbest bırakılmış. Biraderim Atilla Peker, benimle fikir istişaresi yapmak istediğinde ve bana ne tür bir şey yapmak gerekir? Diye sorduğunda; "Benim adalet anlayışımı biliyorsun.Bir insan hangi kötülüğü yaparsa onun aynısını yaşamalı." demiştim. Ayrıca kardeşimi de uyarmış; "Adamın hemşerimiz olması (adam maalesef ki Rizeliydi) çekeceği cezaya asla engel olmamalıdır." diye de fikrimi beyan etmiştim (Hemşerilerime karşı hassasiyetim olduğunu herkes bildiği için bu uyarıyı yapma gereği hissetmiştim).
Biraderim bu şahısı o günün şartlarıyla kendi metotlarını kullanarak, ikna edip, resimleri ele geçirmiş(Negatiflerini de almayı unutmamış). Kadına zorla tecavüz ederken, 3. bir kişiye yani arkadaşına resimleri çektirdiği içinde haliyle daha çok sinirlenmişler. Bu sebeple davranışları maalesef ki daha sert ve kanlı olmuş.
Bedava cinsel ilişkiye girmek için eski karısına bunları reva görenin aynı duyguyu yaşaması içinde adama buraya yazsam herkese çok enteresan gelecek şeyler yaparak, resimlerini de çekip, bana getirdiler. Önce bayanın resimlerini bakmadan zarfın ağzını kapatarak, kendisine yolladım. Adamın olduğu resimler tabi ki çok korkunçtu. Yerde yatan çıplak bir adam ve her tarafı kan revan içinde. Ben bu resimlerinde bayana gitmesini istemiştim. Çünkü ruh sağlığı yaşadıklarından dolayı çok bozulmuştu.
Hiç değilse biraz yüreği soğusun istemiştim. Ancak arkadaşlar yanlış anlayarak, Paşa ile ortak dostumuz olan beye verip, resimleri yanlışlıkla Paşaya yollamışlar. Sayın Paşa, yaşının büyük olması ve resimlerdeki görüntünün çok vahşi olmasından dolayı önce biraz rahatsızlık geçirerek sandalyesine oturmuş, ancak sonrasında kendine gelince bana telefon açtı. Sedat Bey, ben bu adama engel olmak için kanunun her maddesini uygulatmaya çalıştım. Ancak hiçbir işe yaramadı (Kendisi çok beyefendi bir insan olduğu için bana Reis bey diye hitap ederdi). Reis bey, bence bu tip insanlara uygulanması gereken ceza işte böyle olmalıdır demişti.
Silahlı Kuvvetler'in 2 numarası olacak kadar üst kademedeki bir komutan böyle bir yorum yaparak, teşekkür etmişti. Mağduriyete uğramış olan bayan, o zaman minnettar olduğunu belirten teşekkürlerini inanılmaz mutlu bir şekilde iletmişti ve kızın babası olan Yaver Bey, sevinçten resmen çılgına dönmüştü.
Farkındayım bu yazıyı okuyanların bazıları yaşanılanları çok ilkel bulmuş olabilir. Ancak devletin verdiği cezalar, ürettiği çözümler yeterli gelmezse toplumun bu gibi durumlarda uygulamak isteyeceği cezalar ilkellik ve vahşilik değildir. Kendilerince hak arayışıdır, adalet arayışıdır.
Yazının tamamına http://www.sedatpeker.com/-294.htm adresinden ulaşabilirsiniz..
Benim Görüşüm
Devletin mafya ile işbirliği yaptığı çokça duyulmuştur. Ama bu seferki çok başka bir iş birliği. Adalet kavramını bir mafyanın eline veren bir orgeneral. Ve bir yandan da tecavüze uğramış bir kadının adalet arayışı. Gerçekte adalet nedir? Bunu sorgulayan bir yazı olmuş ve bu sorgulanırkende yazar taraflı bir tutumla hukukun yetmediği durumlarda adaletin halk elinden verilmesi taraftarı olmuş. Gerçekten hukukun yetmediği durumlarda adalet halk elinden mi verilmeli? Ben öyle düşünüyorum ki böyle durumlarla daha çok karşılaşırsak düzeni sağlaması gereken devleti de sorgulamaya başlarız. Bu yüzden hukuk herkes için gerekli kanunları ve cezaları uygulamaya koymalı ve yürütmesini gerçekleştirmelidir.
Sizin Görüşünüz
Şimdi gelelim bu yazının yazılış amacına. 1995 yılında gerçekleşmiş bu olayı geçersek, son örneğini Özge Can ile yaşadık. Hukuk adaleti sağlamada yeterli mi yoksa değil mi ve ya hukukun yeterli olamadığı durumlarda adalet için farklı arayışlara gidilmeli mi yoksa aksi mi? Benim görüşümü sizlere yukarıda bildirdim. Sıra sizde...

21 Mayıs 2015 Perşembe

Kültür Endüstrisi ve Frankfurt Okulu


Merhaba arkadaşlar! Bu yazımda 4 gün önce İletişim Sosyolojisi için hazırlanmış olduğum aşağıdaki konuları kendi dilimde anlatmaya çalıştım. Yazının büyük bir bölümünü sınava girmeden 30 dakika önce kendimi denemek için kağıda yazmış ve sonra sınava girerken ya orada yazdıklarımı şimdi hatırlayamazsam korkusuna kapılmıştım. Ama işin aslı öyle olmadı. Sınav kağıdında sınavdan 30 dakika önce yazdıklarımın verdiği tecrübeyle de çok daha iyi bir yazı hazırladım. Sınavdan çıkıp bilgisayar başına oturmaya fırsat bulduğumdaysa yazdıklarımı blogger ortamına geçirmiştim ve 3 gündür düzenleme ve eklemeler için bekletiyordum. Bugüne nasipmiş. Sınava gelecek olursak vizelerim 100, bundan da bir 90 alırım :)

Frankfurt Okulu

Frankfurt Okulu'nun en önemli 2 kuramcısı Horkheimer ve Adorno. Okulun genel yaklaşımı eleştirel teori olarak adlandırılıyor. Okulun özgül bir Marksizm anlayışı var. Marksizm anlayışları geleneksel Marksizm'in sadece altyapı üzerinde durmasına karşın,  onların bir altyapı - üstyapı kaynaşmasını savunmaları sonucu ayrışıyor. Horkheimer ve Adorno'nun ortaya attığı Kültür Endüstrisi kuramı önemlidir. Bu kuramı hazırladıkları dönemde Avusturya'daki işçi partisinin dağılması ve Almanya'da Nazizm ve Faşizm'in baş göstermesi gibi olaylar yaşanmıştır.  Horkheimer ve Adorno sol'un çöktüğü ve sağ'ın yükseldiği bu dönemden etkilenerek kuramlarını hazırlamaya başlamışlardır. Daha sonraları ABD'ye gitmeleri ve ABD'nin ise ilk tüketim toplumu olması özelliği ise Kültür Endüstrisi kuramının gelişimi için önemli olmuştur.

Kültür Endüstrisi

Kültürün giderek endüstrileşmesi ve kültür ürünlerinin metalaşması sonucu bu kavram türetilmiştir. Kültürel ürünler giderek standartlaşmakta ve farklılıklar marjinalleşmektedir.  Öncelikli amaç gündelik yaşamdan bir kaçış sağlamaktır. Ancak Adorno'nun dediği gibi bu kaçış geçicidir ve insanları kaçındıkları dünyaya yeniden eklemlemektedir. Burada söz konusu olan ikili bir süreçtir. Bir yandan endüstri kültürleşirken öteki yandan kültür endüstrileşmektedir.

Kültür

Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıdır ve bir toplumda gelenek, görenek, dil, din, ırk ve ortak yaşayış gibi bir çok özellikten oluşur. Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Ve kültürler ihtiyaçlardan türemişlerdir. Toplumlar nelere ihtiyaç duymuşlarsa o yönde bir gelişme göstermişlerdir.

Halk Kültürü

Halk kültürü kaynağını halktan alan halkın yaşam biçimini yansıtan kültürel etkinlik biçimine verilen isimdir. Halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturulmuş, geçmişten günümüze kadar geldiği uzun süreçte; toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir.

Kitle Kültürü

Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıyken kitle kültürü daha sadedir. Standart ve basit olmaya yönelik maddiyat temellidir. Kitle kültürü aynı bir fabrikadaki seri üretim gibidir. Toplumu bir makinedeki seri üretim malzemesi gibi standarda doğru bir üretime sokar. Kitle kültürünün temelinde kitle iletişim araçları vardır ve kitle bireyi öldürmeye, ondaki yaratıcılığı ve sanatsal düşünceyi yok ederek onu sadece bir üretim tüketim zincirine mahkum etmeyi hedefler. Kitle bir noktada en iyi bilen olarak gösterilir ve inandırılır. Bunların tüm amacı da sistemin devamlılığının sağlanması için her seferinde sistemin yeniden üretiminin sağlanmasıdır. Yine de kitleler arasında bu monotonluktan sıkılarak baş kaldıracak kesimler olabilir. İşte bu noktada popüler kültür devreye girer.

Popüler Kültür

Popüler kültür belli bir zaman dilimi içinde gelip geçici olan etkinliklerin genel adıdır. Popüler kültür insanlara en tercih edilen ve en popüleri sunar.  Onların buna sahip olduklarında yaşayacakları hazzın inanılmazlığını vurgulayarak, bir doyumsuzluk yaratır. Kitlelere sahte dünyalar kurar ve o sahte dünyalarda kitlelere yarattığı gerçek dünyanın sıkıntı ve çilesinden uzak ortamlarda onların yeniden üretim azmi kazanmalarını hedefler. Ve tüm bunlarda popüler kültür hiçbir engelle karşılaşmaz. Çünkü tüm yaptıklarını halka sanki kendi istekleriymiş gibi sunmakta ve yaptırmaktadır. Bu aynı bir işçinin çalıştığı fabrikayı anlatırken bizim fabrika diye söz etmesine benzer. İşçi kendi çalıştığı fabrikayı anlatırken böyle bir kelime kullanır ancak gerçekte fabrika onun değildir. Aynı şekilde popüler kültürün kitlelere sunduğu en tercih edilen ve en popülerler de aslında kitlelerin istekleri değillerdir bu sadece bir içselleştirmedir.

Popüler kültür veya kitle kültürü aslında biz olmazsak var olamazlar ancak onlar bize derler ki; biz var olursak Coca Cola var olur, Ps2, Facebook, Pop müzik bizimle var olur. Biz var olursak yaşamdan haz alırsın. Ancak onlar bunları bize bunları vadederken aynı zamanda bizleri gerçek dünyaya yabancılaştırmakta ve sisteme olan bağımlılığımızı artırmaktadırlar.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Yazar ve Dinleyicileri

Bir yazı ne kadar genişleyebilir ve ne kadar çok şey anlatabilir bunun sınırı yoktur. Ancak hak verilecektir ki bu anlatılası bir sürü sonsuz konuyu anlatmak içinde bir sürü sonsuz dakikalarca konular anlatacak vakte de ihtiyaç kuvvetle muhtemeldir.

Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar okumaya başlayıp buradan sonra okumayı bırakmamanız için de hiç bir sebep yoktur. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar.

Ancak hak verilecektir ki bir yazarın sonsuz dakikalarca sonsuz anlatılası konuyu anlatabilmesinde ona en büyük destek ve kuvvet sağlayan güç onu sonsuz dakikalarca sonsuz dinleti sağlayıcı bir anlatıcı olarak gören ve onu sonsuz dakikalarca dinleyebilme kapasite ve imkanlarına sahip olan dinleyicileridir.

Bu süre içerisinde yazar ve okuyucular arasında bir etkileşim söz konusudur. Her yazar okuyucusunun bir eğitimcisi rolüne bürünürken, her dinleyicide eğitimcisinden alabileceği en yüksek faydayı sağlama amacına sahip birer öğrencilerdir. Dinleyiciler ve belkide yazı söz konusu olduğunda buna okuyucular demekte gerekebilir, bu aşamaları süreçler halinde aşarlar.

Bir yazarın yazı yazma ve onu dinleyecek okuyucu kitlesine ulaşabilmesi arasında birçok aşama vardır. Bir yazarı yazar yapan da belki de bu aşamaları aşabilme ve ardına geçebilme kapasitesidir.

Ancak hak verilecektir ki bu anlatılası bir sürü sonsuz konulardan biri olan "Bir yazarı yazar yapan aşamalar " konusu dahi anlatılmak için bir sürü sonsuz dakika ve anlatacak vakte de ihtiyaç duyacaktır. Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar boşuna okuduğunuzu söylemek isterim. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar dediğimde beni dinlemeliydiniz. :)

3 Mart 2015 Salı

Başkente Kuşbakışı

Ankara Türkiye’nin başkenti ve en kalabalık ikinci şehridir. İç Anadolu bölgesinde yer alır ve yüz ölçüm bakımından 3. en büyük şehirdir.  06 plaka ve 372 alan koduna sahip olan şehirde karasal iklim etkilidir.

Cumhuriyet sonrası dönemde önemli gelişmelerin yaşandığı şehir,  Türkiye’nin ortasında olması ve bulunduğu coğrafya itibariyle sarp yamaçlara sahip olması nedeniyle Türkiye’nin başkenti haline gelmiştir. Başkent olmadan önce tarım ve hayvancılığın yaygın olduğu küçük bir köy olan Ankara;  Cumhuriyet sonrası hızlı bir nüfus artışı yaşamış, ekonomik etkinliğindeyse ticaret ve sanayiye doğru büyük bir kayma olmuştur.  Türkiye’de en çok üniversitenin bulunduğu ilimiz, aynı zamanda Türkiye ortalamasının iki katı diplomalı kişiye ev sahipliği yapar. Kedisi, keçisi, tavşanı ünlü;  maden suyu dünyaca ünlü olan ilimizde, gezmeye gelenler Anıtkabir, Roma Harabeleri, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi yerleri tercih ederler.


Ankara geçmişten bugüne Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Galatlar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve hatta Osmanlılara ev sahipliği yapmıştır.  Şehir bu yönüyle önemli bir kültür mirasına sahiptir.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Bir 80 Mağdurunun Hikayesi


Ülkenin  karışık olduğu kayıp giden bir dönem. Kardeşin kardeşi katlettiği, anarşi ve şiddetin doruğunda bir ülke. Arada yok olanların, bir daha unutulmayacakların yılı.  1980.
Devlet Cumhurbaşkanı'nı seçmekten aciz ve Süleyman Demirel'in söylediği üzere 70 cente muhtaç haldeydi. Kamu kuruluşları ve hatta polisler ve öğretmenler bile 2 kutba ayrılmıştı. Sağ ve sol gerçek çatışmalar yaşıyor insanlar ölüyor, öldürülüyordu.

D. S. da bu dönemi yaşamış sağcı neferlerden biriydi. 17 yaşında cebinde 2 silah ve bir torba mermiyle dolaşır Sol cepheyle sınır noktalarında nöbetler tutardı diğer arkadaşlarıyla. Polisler hiç uğramazdı çünkü bu mahallelere. Uğrayanlarsa baskına gelen solcu polislerden başkası olamazdı. Bu yüzden nöbet tutmak gerekliydi. Bu böyle devam etti her gün.

Ve sonra darbe gerçekleşti bir gün. Kenan Evren'in ilk işi hapishaneleri doldurmaktı. Halkın birbirine şiddeti devletin halka şiddetine dönüştü. İlk hapsini bu yıllarda 17 yaşındayken yaşadı D. S. 80 günlük tutukluluk süresinde yoğun şekilde falaka ve elektrik şokuna maruz bırakıldı. Bir suçla suçlamadan ne yaptıysan anlat diyorlardı onu sorgulayanlar. Ama o ne yapmıştı ki vatanını sevmekten başka. Sonunda suçsuzluğu anlaşıldı ve serbest kaldı.
3 ay sonra bir kere daha tutukluydu. Bu sefer ihbar edilmişti. Biz bunu bunu yaptık D. S. da bizim yanımızdaydı demişti arkadaşları. 4 ay işkencelerle, falakayla, elektrik şokuyla ithaf edilen suçu kabul ettirmeye çalıştılar.  Ama o her seferinde hayır diyor kabul etmiyordu. Helva verip, tuzlu pırasa verip su vermediler günlerce su diye yalvarttılar bizi diyerek hatırlıyor o günleri.

Samsun'un eski radar üssünde soğuk hava depolarında elleri ve ayakları bağlı yüzünde de maske vardı. Günler kaybolmuştu ki bir gün maskesini kaldıran polisler diğerlerinin ifadesine kabul ediyormuş gibi ona da imza attırdılar. Sonrası adli süreç başladı. Çıkarıldığı savcıya yaşadığı işkenceleri, kabul etmediği ifadesini anlattı ama bu tutuklanarak hapse gönderilmesinin önünde bir engel oluşturmadı. D.S.'na yapılan işkencelerden biri de tırnaklarının ezilmesiydi. Kalın bir odunla ilk sol sonra sağ ayağına vurulmuş acıdan önce sol sonra sağ ayağını havaya kaldırıp yere çakılmıştı. Çıkarıldığı ilk mahkemede düşen tırnaklarını gösterdiği hakim "Ne yapayım ben onları?" şeklinde bir tavır gösterdi aynı suçtan yargılanan 6 tutukluya. Bu ilk mahkemeden sonra hep umutlarını sürdürdüler hep bir sonrakinde çıkacaklarını düşündülerse de adli süreç 5 yıl kadar sürdü ve Samsun mahkemesince aynı suçtan yargılanan 6 kişiden 3'üne idam kararı çıktı. Diğer 2 kişi 22 sene D. S. abiyse yaştan dolayı 17 sene hapis cezasına çarptırılmıştı. Haklı olarak temyize gitmişler Yargıtay kararı bozmuş. Ama aleyhlerine bozmuş. Hepsinin idamını istemiş Yargıtay. Bunun üzerine 6 ay daha mahkeme sürmüş ve sonunda mahkeme Yargıtay'a uymayarak kararı yinelemiş.

Türkiye'de o yıllarda idam serbestti. Ve eğer mühür basılıp onaylansaydı dar ağacı hazırdı Samsun E tipi kapalı ceza evinde. Kenan Evren yıllar sonra bu konuda "Adaletliydik. Bir sağdan bir soldan astık." sözlerini sarf ediyor. İşte bu böyle bir adaletti gerçekten. Güvenilmezdi korku doluydu. Ancak yeniden temyiz ettiler. Bir önceki kararda hepsinin idamını isteyen Yargıtay bir sonrakinde hepsinin salıverilmesine karar verdi.


D. S. bu haberi aldığında hapishaneden çıkmak istememiş ve hüngür hüngür ağlamış. 81 de başlayan hapis hayatı 87'nin şubat ayında son bulmuş. 

20 Kasım 2014 Perşembe

Yıldıray Çınar ve Hayatı


Çarşamba Tv için Yıldıray Çınar belgeseli hazırlamıştım. O belgesel için araştırdığım hayatını ve çoğu internette olmayan (çeşitli videolardan keserek oluşturduğum) fotoğraf ve video dökümanını bir araya getirmek, bu resim ve videoları Google'a kazandırmak ve Yıldıray Çınar arama sorgularında yer almalarını sağlamak adına bu makeleyi yazdım. Faydalanmanız dileğiyle.

Yıldıray ÇINAR 1940 Yılında Samsun’da doğar.İki yaşında ölen Ayşe hanımın varlığından habersiz bir şekilde ablası Hikmet hanım tarafından büyütülür.










Çocukluğunda saza tutkundur. İlkokul ikinci sınıfta iken saz çalmaya başlar.


Aslında Küçük Yıldıray’ın babası da müzikle uğraşırmış. O’nun tek amacı; Oğlunun oturdukları mahallenin Camii’nden ezan okumasıymış.Türkü Pınarı Rasathane Camiinden değil ama 1976 yılında 'Söyleyin Anama Ağlamasın' filminde ezan okumuştur.

Yıldıray ÇINAR ilk saz konserini okul bitiminde verir. İlkokuldan sonra sanat okuluna başlar. Bu Okulda da müzik çalışmalarına devam eder. İlk sazını burada yapar.















Yıldıray Çınar daha bu yaşlardayken kabına sığmaz olur ve 0nyedi yaşında İstanbul’a gelir.
Samsunlu Saz Ustası Ömer Sinop’un yanında bir süre çalışır ve tecrübesini artırır.


ADN
Onun ilk işi, yaşını büyütüp askere gitmek olur. Devre kaybı olarak onu bahriyeli sınıfına ayırıp Gölcük’e verirler. Gölcük’te askerliğini yaparken onun gibi müziğe gönül vermiş Erkut TAÇKIN’ın babası olan ve aynı zamanda Deniz Fabrikaları Genel Müdürü olan Namık TAÇKIN Paşa ile tanışır. Namık Paşa oğlu ve Yıldıray ÇINAR’ın birlikte müzik yapmaları için onlara her türlü imkanı sağlar. Artık beraber orduevlerinde konserler verirler. O yıllarda Demokrat Parti Milletvekili Ethem MENDERES, Seka Kağıt Fabrikasını ziyarete gelir. Namık Paşa vekilin onuruna bir gece düzenler ve bu işi Yıldıray Hoca’ya verir.


dizi3
59334
Yıldıray ÇINAR çok güzel bir müzik resitali sunar. Herkesin takdirini kazanır.
vlcsnap-2014-09-27-16h25m35s244

Yine bir seferinde zamanın başbakanı Merhum Adnan MENDERES bir İspanya gezisine çıkar. Beraberinde gittiği gemilerin birinde Yıldıray ÇINAR’da vardır.


ADANAN

ADNANA MENDRESLE KARsiLAsMA
Bu yolculuk esnasında askere moral olsun diye müzik konseri verir.


Still0926_00020
Başbakan Menderes bu güzel sesli çocuğu çok beğenir ve yanına çağırır. Ona Radyo ya girmesini salık verir. Menderes’in bu teşviki Yıldıray ÇINAR için rehber olmuştur. Askerlik bittikten sonra memleketi Samsun’a döner. 1959 yılının mayıs ayında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı münasebetiyle Ankara’ya gönderilir ve bestesi kendisine ait olan “Yare Pazen Biçemedim” adlı türküyü okur ve çok beğenilir.


samsunda turku

SAMSUNDA TuRL

samsunda turku okuusu
Tekrar Samsun’a dönüşünde gitar ve bağlama dükkanı açar.

1960 yılında İstanbul Radyosu’nun açmış olduğu sınavlara katılır. Onun da birtakım teknik eksiklikleri olduğundan sınavı kazanamaz. 1962 yılına kadar Osman ÖZDENKÇİ’den dersler alır. İşte o yıl Ankara Radyosu’nun açmış olduğu sınavı kazanır.


ANKARA RADYOSUNA

İlk sahne denemesini 1965 yılında Güney Park Gazinosu’nda gerçekleştirir. Radyo ve gazino çalışmalarının yanı sıra sinema filmleri de çevirir.
GuNEY PARK GAZiNOSU iLK SAHNE

GuBRNEY PARK
Bu müzik ve film çalışmalarını 1985 yılına kadar devam ettirir. 1985 ve 1990 yıllarında ise sadece film çalışmalarına ağırlık verir. 40’a yakın film çevirmiştir. 1969 yılından itibaren çevirdiği filmler sırasıyla; Şirvan , Sarı Kurdelem Sarı , Cemo , Çarşambayı Sel Aldı , Elvan , Allı Turnam , Emrah , Eşref , Çoban Yıldızı , Suçlu Kim ve Tecelli gibi filmlerdir. Yıldıray ÇINAR sanat hayatı boyunca 12 altın plak ödülü de almıştır.


Still0926_00026
Çok mütevazi bir ömür sürmüştür. Sevenlerinden uzak, kendi halinde ve sessizlikten hoşlanan bir yapıya sahip olduğundan medyada fazla yer almamıştır.
images
yildiray cinar
Tedavi gördüğü Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir sinir sistemi hastalığı olan ALS’den dolayı 2007 yılında aramızdan ayrıldı.
ghdsd

mndgsdv
Ölümünden sonra onun anısına İstanbul'da iki Samsun'da da bir sokağa ismi verilen Çınar'ın, Çarşamba'ya "Çarşambayı Sel Aldı" türküsünün hikayesinin anlatıldığı yaklaşık 15 metrelik bir rölyefi dikildi. İlkadım ilçesinde bulunan Çok Amaçlı Gençlik Merkezi'nin ismi de Yıldıray Çınar Kültür Merkezi olarak değiştirildi. Yeğeni Metin Erten 2013 yılında açtığı anı eviyle onun hatırasını yaşatıyor.


yildiray cinar kultur merkezi

DSC_0287

15 Kasım 2014 Cumartesi

Kaykay İpuçları


Arkadaşlar öyle kaykayda profesyonel olmuş süper hareketler yapan uçan kaçan tiplerden değilim. Ama aldığından beri kaykayda sadece 1 kez düşmüş biriyim. O yüzden sözlerime kulak verseniz iyi olur.

Öncelikle kaykayı ilk aldığınızda sürmek hevesine kaykayın ucuna basmak gibi bir hataya düşmeyin. Çoğu arkadaş bu yüzden düşüyor zaten. Beni yolda durdurupta  denemek isteyenlerden bir sürü örneğim var.

Sonra kaykayı sürmeye başlamadan önce önlem olarak yinede koruyucu başlığınızı, dizliklerinizi, bilekliklerinizi takın ne olacağı belli olmaz.

Sağ ayağınız kaykayda sol ayağınızda onu itme görevinde olucak. Kaykayın üzerinde çiviler görüceksinizdir. Onların üzerine basarsanız bir şey olmaz. İlk sağ ayağınızı öndeki çivilerin üzerine koyun sonra sol ayağınızla kaykayı ittikten sonra sol ayağınızıda kaykayın üzerine koyun.

Burada dikkat etmeniz gereken ayaklarınız dizlerinizden biraz eğik olmalıdır. Bunu yapmazsanız hızlanmaya çalıştığınızda kendinizi yerde bulabilirsiniz. Hızlanmanın sırrıda budur zaten. Normal durupta hızlanmaya çalıştığınızda üst bedeniniz geriye doğru gidiyor. Sonuçsa malum.

Kaykaya ilk adımınızı attığınıza göre nasıl duracağınızı da bilmelisiniz. Kaykayı iterken ayaklarınızı kaykayın boyunca koyduğunuzu hayal edebiliyorum. Tamam buraya kadar doğru ancak hep öyle gidemezsiniz. Sağa sola dönüşleri de yapabilmelisiniz. Bunun içinde kaykayı itipte sağ ayağınızı kaykaya koyduğunuzda her iki ayağınızı da kaykaya paralel konuma getirmelisiniz.

İlk başlarda yapamayabilirsiniz. ama yapmanız fazla uzun sürmeyecektir. Ve zamanla kaykayın üzerinde rahatça hareket edebilmeye başlayacaksınız. Benim alışmam 1 hafta sürmüştü. Sizinkininde bundan fazla süreceğini zannetmem. Çünkü kaykay sürmek insanların sandığı gibi çok zor bir şey değil.

Ayaklarınızı paralel olarak koyduysanız artık tek öğrenmeniz gereken kaykaya yön vermek. Bunun da çok basit bir mantığı var. Ayaklarınızı sola bastırırsanız sola, sağa bastırırsanız sağa gider.

Bunun dışında kaykayın freni yoktur arkadaşlar. Yokuşlardan inerken dikkat edin. Arabaların gelmediğinden emin olun. Kaykayda freni sol ayağınızı yere sürterek yaparsınız. Biraz zaman alır ama eğer acil bir durumsa kaykaydan inmek için yapmanız gereken tek şey yukarı doğru zıplayıp ayaklarınızı kaykaya değmeyecek şekilde açmak. Hızlıysanız biraz öne doğru savrulacaksınızdır. İlk şoku atlattıktan sonra giden kaykayınızın peşinden koşmayı unutmayın.

Ve son olarak biraz dik inişlerden inerken sol ayağınızı daha fazla arkaya yaklaştırmalısınız. Duruşunuz dizlerinizden eğik, ayaklarınız kaykaya paralel olmalı bunları da unutmayın.

Kaykay genelde dümdüz yerlerde güzel gider. Parke taşlarının olduğu bir mahallede yaşıyorsanız hiç bulaşmayın derim. Benden bu kadar herşeyi anlattığımı sanıyorum belki ileride bir videoyla konuyu destekleyebilirim.