Evlilik çiftlere birbirine karşı yerine getirilmesi gereken sorumluluklar getirir. Ve bu sorumluluklardan biri de cinselliktir. Türkiye’de cinsellik kavramı evliliğin ardına saklanmış bir tabu olarak karşımıza çıkar. Cinsellik konuşulmaması gereken ve ayıp olarak nitelendirilen bir kavramdır. Bu düşünceler nedeniyle cinsel sorunlar ve çözüm yolları adına çiftler bir adım atmaz ve hep gizlemeye çalışırlar.
3 Haziran 2016 Cuma
Erkekteki Cinsel Sorunlar
Evlilik çiftlere birbirine karşı yerine getirilmesi gereken sorumluluklar getirir. Ve bu sorumluluklardan biri de cinselliktir. Türkiye’de cinsellik kavramı evliliğin ardına saklanmış bir tabu olarak karşımıza çıkar. Cinsellik konuşulmaması gereken ve ayıp olarak nitelendirilen bir kavramdır. Bu düşünceler nedeniyle cinsel sorunlar ve çözüm yolları adına çiftler bir adım atmaz ve hep gizlemeye çalışırlar.
15 Mayıs 2016 Pazar
Hava Kirliliği Üzerine
Dünya bütün güzellikleriyle insanın karşısında mükemmelliği simgeliyor. Buna karşın doğa ve insan yüzyıllardır bir savaşım içinde. Bu savaşım aynı zamanda bir uyumdan ötürü geliyor. Çünkü doğa içinde olan herşeyi kendine dönüştürerek mümemmelleştirme peşinde. Bu durumda insan bir virüs gibi sistemi bozmaya çalışan zararlılardan biri haline geliyor. Bir virüsü sistemden ne kadar silerseniz silin onun varlığını yok edemezsiniz. Son yüzyıllara kadar hep böyle gelişmiş insan. Her seferinde bir üst versiyonunu geliştirmiş. Gelinen durumda ise sistem error'lar veriyor ve bir virüs korsan bir hakimiyet kurmuş doğanın üstünde. Bu virüsün tek amacı ise sanal kurlar üzerinden dönen gerçek metaları biriktirmek ve herşeyi metalaştırmak yönündedir. İnsanın elinde bir hançer vardır ve bu uğurda doğanın bağrını selim deşik etmiştir. Dünyanın en dıştaki koruyucu zırhı olan Ozon tabakası'nın delindiği araştırmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Mükemmel bir dünyada yaşayan bayağı insanlarız. Ve giderek Dunya'yı da kendimize dönüştürüyoruz. Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Devamı halinde bir sonraki nesle bırakacağımız bizimki gibi bir dünyamız olamayacak. İklimler değişiyor ve doğa her zamankinden daha fazla saldırıya maruz kalıyor. İnsanlık gerçekten tek dışı kalmış bir canavar. Kendi idam sehpasını hazırlamışken dahi o, son isteğinin hayaliyle yaşıyor. Hava kirliliğini insan sağlığı üzerindeki etkileri atmosferde yüksek miktardaki zararlı maddelerin dokunması sonucu ortaya çıkar. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için teneffüs edilen havanın mutlaka temiz olması gerekir. Atmosferde %78 oranında azot, %21 oranında oksijen ve %1 oranında diğer gazlardan bulunur. Bu gazlardan en kararsız olanları ise su buharı ve karbondioksittir. Karbondioksit normalde çok küçük bir yer teşkil eder. İnsan ve hayvanların teneffüsü ve bitkilerin fotosentez olayı ile atmosferdeki miktarı dengede tutulur. Doğal olarak saf atmosfer dini olan yabancı maddelerin üretimi ile kirletiyor. Petrol ürünleri ve endüstriyel kirleticiler bunların başlıcalarıdır. Özellikle son yıllarda endüstriyel aktiviteler, şehirleşme ve nüfusun artması ile kirlilikte giderek artmaktadır. Karbon monoksit (CO), kükürt oksitler (SOX), azot oksitler (NOX), uçucu organik karbon (VOC), partikül maddeler (PM), asit aeroselleri, ağır metaller, kurşun, kadmiyum, nikel insana zararlı etkileri olan maddelerdir.
1 Ocak 2016 Cuma
Mutlu Yıllar
Yeni bir yıla girdik. Kimilerine göre 2016 bana göreyse 21. Bir ismi dahi yok bu yılın ve rakamlardan oluşan bir dizi anlam kümesinden başka bir şey de değil aslında. Uzun bir süredir kullanılıyorlar ve zaman denen göreceli kavram bu sayede bir standarda oturtulabiliyor.
Kullanageldiğimiz zaman kavramı Dünya'nın Güneş etrafında dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik süreden ibaret. Dünya attığı her bir turu bu sürede tamamlıyor. Çünkü Dünya'nın ruhu yok, Dünya'nın heyecanları, sevinçleri ve korkuları yok. Dünya bir fizikçi için sayılar ve problemlerden oluşan bir dizi kümeden başka bir şeye değil.
Ama biz insanlar farklıyız. Bizim için zaman bazen çok hızlı geçer ve bazense çok çok yavaştır. Aynı zamanda bu her birimiz içinde farklıdır. Dünya'daki bazı insanlar için zamanın hızlı geçen tarafları yavaş geçenlere oranla daha fazlayken bazıları içinse yavaş geçen taraflar hızlı geçenlere oranla daha fazladır.
Ancak ben bunun modern zamanlarda çok önemsendiğini sanmıyorum. Modern zamanlar her şeyin standart ve hesaplanabilir olmasını ister. Güneş nasıl her turunu 365 gün ve 6 saatte tamamlıyorsa her insanda her yeni iş gününde aynı verimi vermeli aynı saatte işe gelip aynı saatte işten çıkmalıdır. İnsan doğduğu andan itibaren bir makine için eğitilir ve ruhundaki parçalar bu makinenin dişlileri arasında törpülenir. Bir süreden sonra ise insan makine olmuştur.
2016 yılı insanlar için yeni yeni yeniler ifade eder. Bazısı hiç inanmasa da aldığı lotodan zengin olmayı umarken bazısı bir sevgili bulmayı, bazısı iyi bir iş sahibi olmayı vs. hayal eder. Ancak dünya üzerindeki yerimize baktığımızda tüm bu istekler dünyadaki diğer sorunlar karşısında çok küçük dertlerdir ve tüm bu dertlerin çözümünü tek bir saniyede gerçekleşecek olan bir rakam oyununa bağlamak çok saçmadır.
Yeni yıl balonu yeni yeni yenilerin pazarlarda yerlerini bulduğu bir ticarethanedir ve kültür endüstrisi yeni iş yılının açılışını da ilk o gün ilan eder. Her yeni yıl kurulan pazarlar insanlara umut aşılar. Ancak makine-insan bunları düşünemez. İnsan mucizelerin her zaman herkese gerçekleşecek olaylar olmadığını ve aslında asıl olanın olanın çalışmak olduğunu bilmelidir.
Dünya'nın dönüş zamanı ve insan ömrü bu konuda bir tezat oluşturur. Dünya ne kadar dönerse dönsün ruhsuz kalacaktır ve kendi halinden o kadar memnundur ki bunu değiştirmek için hiç bir şey de yapmayacaktır. Ancak insan ömründe geçen her günde bir sonraki günün son gün olabileceğini düşünür. Bu sebeple faydalı olmak ve geride bir şeyler bırakmak için çalışır.
Dünya'nın bir kısmı mutlu ve diğeri mutsuzken bazı insanlar mutlu yıllar diyemez. Bu yüzden yeni yıl kutlamayanları anlamalıyız. Yeni yıl kutlamayanlar bir noktada güçlünün zayıfı ezdiği standartlara aykırı olduklarını bildirirler. İnsanlar belki dinsel sebeplerle belkide bu sayı oyununun saçmalığını anladıklarından yeni yılı kutlamazlar. Ama bu konuda ortak olan şey standartlara aykırı davranışlardır. Bu yüzden standartların makine tarafından belirlendiği bu düzende ona karşı yapılan harekette amaç sorgulamaya gerek yoktur.
Bu rakamlar için anlamlar kümesi diyorum ve anlamlar insanlar tarafından üretilir. Rakamların ise bir ruhu yoktur.
23 Aralık 2015 Çarşamba
Tarihi Yeşilırmak Köprüsü
20 Kasım 2015 Cuma
80 Yıllık Ayakkabı Tamircisi
18 Kasım 2015 Çarşamba
Behçet Necatigil - Eski Sokak
Yazı
Ve şairler boyuna kime yazarlar
Yıkılmış köprülerin başında
Ürkmüş boşluktan biri inliyorsa
Ve şairler onlara geldimlere yazarlar
Kitapta birde unutulmak korkusu sezdim. Bizi yazdıklarımız hutırlatır diyen adam, kitaplarda sadece doğum ve ölüm yılları arasına isminin sıkışmasından korkuyordu. Bir ömürlük yaşamın 3-5 kitap ismine sığdırılmasına içerlemişti sanırım. Kitaplarda Ölmek ve Meddah İsmet adlı şiirleri bu etkide yazılmıştı muhtemelen.
Kitaplarda Ölmek'ten
O şimdi kitaplarda bi isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları
Bu yüzden yazmayacağım ne zaman doğduğunu, öldüğünü sadece kitaptan, şiirlerinden, fikirlerinden bahsedeceğim. Toplumdaki derde dertlenen bir şair izlenimi gördüm ben bu kitapta. Bazı yerler çok yalındı, ne anlatılmak istwniyorsa oydu. Bazılarıysa daha karmaşık bir şeyi anlatıyordu. Nitekim hayatına baktığımda; şairin başlangıçta anlatma öğesi taşıdığını, 1945 sonrası ose kendini kolay ele vermeyen anlaşılması daha zor şiirlere yöneldiğini gördüm. Nitekim Türkiye Atlası adlı şiiri sanki kapitalizme savurduğu bir darbe gibiydi.
Türkiye Atlası
Kimi dev yatırım, özel sektör
Kimi dağ köylerinde çerçi olduğu
Yükselir bir yapı gökdelen binlerin
Onda bir görünmez harcı olduğu
Koltuk altında haç kimiler
Varmadan bir kutba, geçmeden bir çölü
Çoklayın, düzen kocalarının
Ne de kolay hacı, hancı olduğu
Ve çiler yazarlar, makara çekerler
Binlerin o birlere borcu olduğu
Behçet Necatigil'den öğrenecek çok şeyim var belliki. Ben de ara sıra şiir yazmaya çalışırım. Ancak daha önce yazdığım şiirler hep hece ile son ses uyumu ile oldu. Hiç şiir kitabı okumadan düz bir şekilde yazdım. Ancak artık bir hoca belirlemenin vaktinin de geldiğini biliyorum. Bu yüzden şiir kitaplarına yeni yeni bir ilgim var. Ve görüyorum ki benim yazdığım dışında çokta farklı türler varmış. Bu kitapta da onlardan birini buldum.
Behçet Necatigil aynı zamanda kare şiir diye bir türün başlatıcısıymış. Kare şiir tek bir okunuştan sıyrılmış aşağı yukarı ve farklı knbinasyonlarla okunabilen bir şiir. Şair bu yöntemle sözcüklerden farklı anlam dizileri oluşturmayı hedeflemiş. Savaş şiiri bu yöntemle yazdığı ilk şiir. 5 mayıs 1970 salı/evde bu biçimde ilk şiir budur notuyla anlayabiliyoruz.
Savaş
Sinerek çukurlara uçuşurken ne fena
sinekler zehiryeşili
korkulu bekliyorum
bilmediğim bir emir almışım gelmişim
çöllere yollar cesetler çürürken
giderek daha can sırtıma kaç can.
Şair şiiri hakkında 1961'de yaptığı bir konuşmada “Ben mum alevinde pervane gibi hep aynı odaktan yazdım şiirlerimi. Ev ve her günkü yaşamalar... Toplumun ve imkanlarımın bana bağışladığı dar dörtgende gözlerimi her açtığımda karşımda büyük şehrin orta-fakir sınıf ev, aile çevrelerini buldum. Benim bugüne kadar vermek istediğim gerçekler, hiçbir zaman bu sınırların ötesinde olmadı,“ diyor. Eski Sokak adlı kitabı herkese tavsiye ederim. Benim en sevdiğim şiirse Filigran oldu.
Filigran
Kimi kağıtlar
Aydınlığa tutsanız
Çizgi, resim, bir şekil
Ya da gizli mürekkeple yazılmış
Boş görünen sayfa
Okunur ısıya yaklaştırınca
Kimi şiirler
Okunur arkasında
Kendi ateşiniz varsa
Türk Toplumunda Kadın ve Erkek Rolü
Kadına Biçilen Rol
Çocuk doğurmak (küçük çocuklar barbi bebekleriyle oynarken)
Yemek yapmak (bebeğine yemek verirken)
Evlenmek (zorunlu) (evcilik oyunları)
Erkeklerle konuşmak yok
Etek giymek gerek
Başörtüsü zorunlu
Dikiş-nakış öğrenmek
Pembe kıyafetler
Hareketler yumuşak (erkek fatma)
Oturuşa dikkat (etek düzelt)
Kıyafetlere dikkat (yaka ve etek boyu)
Pembe dizi izler
Doğduğunda sevinilmez
Annesine işlerde yardım etmeli
Ya okur
Ya evlenir
Erkeğe Biçilen Rol
Savaşmak - askere gitmek (küçük çocuklar elerine tahta silahlar boncuk tabancaları)
Çalışmak - ev geçindirmek (büyük adam olacak benim oğlum)
Namus bekçiliği (kardeş önemli)
Ağır kaldırmak
Güç - kuvvet - kavgalara katılmak
Eve para getirmek
Mavi kıyafetler (bebekken)
Hareketler sert (nonoş)
Küfür öğrenmek zorunlu (küfür yoksa muhabbet yok)
Futbol maçı izler
Doğduğunda sevinilir
Babasının işini devralmalı
Bu çocuk okur
Bu okumaz (bir baltaya sap olmaz)
Pygmalion Etkisi
Bana göre çocuklar hakkında küçükken yaptığımız bütün hal, hareket ve yorumlarımız onların geleceklerini derinden etkiliyorlar. Çocukları daha küçükken bir kehanetin içine sürüklüyor ve onlardan tam da bizim istediğimiz şekilde insanlar çıkmasını bekliyoruz. Aslında bu yaptıklarımız uzun dönemli bir pygmalion etkisinden (kendini gerçekleştiren kehanet) başka bir şeyde değil.
Efsaneye göre Pygmalion bir heykel yapıyor ve sonrasındaysa bu heykele aşık oluyor. Heykelin gerçek olduğuna inanıp o şekilde yaşamaya başlıyor. Ve en sonunda bunu duyan tanrı ise heykeli gerçekten canlandırıyor. Daha basit bir şekilde anlatmak istersem sizden kendinizi bir tepsi taşırken düşünmenizi isterim. Ben size dikkat et düşürme diyorum ve tepsiyi düşürüyorsunuz.
Aynı şekilde bizde çocuklarımıza yaptıkları işlerde böyle dürtmeler gerçekleştiriyor ve normalde düşmeyecek olan tepsinin düşmesine neden oluyoruz. Onları özgür bireyler olarak yetiştirmek yerine toplum kabına uydurmaya çalışıyor, uymayan taraflarıysa yontup atıyoruz. Küçük eğdiğimiz minik fidanlar bu kehanetle büyüyor ve en sonunda eğilmiş birer ağaç olarak gelişiyorlar.
16 Kasım 2015 Pazartesi
Çarşamba'yı Ayağa Kaldıracak Projeler
13 Kasım 2015 Cuma
Herşeyiyle Çarşamba
Türkiye’nin Teksas’ı diyorlar ona; mertliğiyle, kabadayılığıyla ünlü bu şehir. Bir yandan da Hekimoğlu’nun memleketi. İnsanları bir başka, şiveleri bir başka. Evet bu ilçe Çarşamba. Kültürüyle, ekonomisiyle, sosyalliğiyle her şeyiyle Çarşamba’yı bulacaksınız bu yazıda.
Ulaşım
Çarşamba ilçesi Samsun’a 40 km uzaklıktadır ve Samsun ile ulaşım dolmuşlar vasıtasıyla sağlanır. Şehir içindeyse ulaşım taksi hatlarıyla sağlanır. Çarşamba’nın ulaşım problemi yoktur. Bu Samsun –Ordu karayolu üstünde yer almasından da kaynaklanır ve bunun dışında şehir içinde de herhangi bir problem olmaz. Çarşamba ilçesi Yeşilırmak’ın 2’ye bölmesiyle doğu ve batı olarak ikiye ayrılır. Şehrin doğu yakasıyla batı yakası arasında ulaşımın sağlanması için 4 adet köprü bulunur. Bu köprülerden 3’ü araç trafiğine açıkken 1’i şehir içinde yayaların kullanımına sunulmuştur.
Eğitim
Çarşamba eğitim konusunda bölgesindeki ilçelere göre önde olan bir ilçedir. Sınırları içinde 19 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı 3 fakülteyi barındıran Çarşamba, lise düzeyindeyse birçok Anadolu ve meslek lisesiyle birlikte imam hatip ve fen lisesine de ev sahipliği yapmaktadır.
Üniversite
Çarşamba herkesin birbirini tanıdığı kalabalık ama küçük bir ilçedir. Bu sebeple Çarşamba köprüsünde bir İstiklal caddesi havası hissetmezsiniz. Yıllar boyu gelişen şehir kendi kurallarını getirmiştir ve bu yüzden biraz dışarıya kapalıdır Çarşamba. Ancak son yıllarda bu hava yavaşta olsa kırılmaya başlamıştır. İlçeye 4 yıl önce açılan hukuk fakültesi ve 2 yıl önce açılan iletişim fakültesiyle beraber şehir halkı üniversiteliyle tanışmıştır. Gelen ilk üniversiteliler şehre alışmakta zorlanmış ve şehirde üniversitelilere alışmakta zorlanmıştır. Ama zamanla bu değişmiş ve üniversiteli şehre daha başka bir hava katmıştır.
Sosyal
Şehirde sosyal olarak yapılabilecek birçok şey mevcuttur. Şehir merkezinde yer alan küçük dükkanlar oturmak için tercih edilebileceği gibi Öz Akkaya ve Meydan Cafe gibi büyük çaplı mekanlarda şehir merkezinde yer almakta ve geç saate kadar açık kalmaktadır. Şehirde 1 sinema salonu ve Avm vardır. Bunlar dışında şehirde büyük bir alan kaplayan Adapark gezinti için tercih edilen yerlerdendir. Ancak Adapark kışta pek kalabalık olmaz. Yaz aylarında ise şehrin en aktif bölgesi oluverir. Adapark içinde 1 olimpik yüzme havuzu ve hamam, ucuz ve lezzetli yemekleriyle öne çıkan Göl restorant, yazda açılan lunapark, Gençlik merkezi ve birçok parkın yanında, tahta ev isimli şirin mekan da bulunmaktadır. Adapark’ta yer alan gençlik merkezi düzenlediği birçok ücretsiz kurs ve çeşitli etkinlikler sebebiyle şehrin en sosyal alanı sayılabilir. Şehirde bunlar dışında paintball oynanabilecek bir alan ve bir çok halı saha mevcuttur.
Ekonomik
Çarşamba ilçesi Yeşilırmak’ın oluşturduğu delta ovası içinde yer almaktadır. Bu yüz toprakları verimli ve tarıma elverişlidir. Samsun Türkiye’nin mısır üretiminde %40 pay sahibidir. Ve bu mısırın büyük çoğu Çarşamba ovalarında yetişir. Çarşamba ovalarında mısırın yanı sıra domates, biber, patlıcan, salatalık ve yeşil fasulye de üretilir ve diğer illere pazarlanır. İlçede 450 dekarlık alana tütün dikilmekte ve yılda ortalama 42.345 kg. ürün elde edilmektedir. Ayrıca ilçedeki şeker fabrikasıyla birlikte şeker pancarı üretimi de yapılmaktadır. Bunlarla birlikte şehirde kavakçılık ve fındıkçılıkta yaygındır. Şehirde bir sanayi gölgesi bulunur ve çeşitli sanayi kuruluşları o bölgede toplanmıştır.
Dil
Çarşamba’ya yeni gelen biri bir Çarşambalıyı anlamakta zorlanabilir. Çarşamba ağzı denen kendine has sözcüklere sahiptir Çarşamba. Bu ağız bazıları için komiktir bazıları içinse kabadır çünkü içinde en çok küfür barındıran ağız denebilir Çarşamba ağzına. Gençlerle konuşurken fazla zorlanmayabilirsiniz ancak yaşlılar bu ağzı daha fazla kullanır. Eğer Çarşamba’ya gelipte anlamakta zorlandığınız bir kelime olursa internette Çarşamba ağzındaki sözcüklerden oluşan bir sözlük bulabilirsiniz.
Ünlüler
Çarşamba için en çok silah kullanma oranına sahip olupta bu kadar çok eğitimli insan çıkaran başka bir ilçe yoktur derler. Çarşamba birçok ünlü simayı da yetiştirmiştir. Ali Fuad Başgil, Ferhan Şensoy, Sadi Celil Cengiz ve Yıldıray Çınar bunlardan sadece birkaçıdır.
İklim
Çarşamba bulunduğu Doğu Karadeniz bölgesinin iklim özelliklerini yansıtır. Yağmurların ne zaman başlayacağı belli olmaz ve yağmaya başladıktan sonra kaç gün devam edeceğini de bilemezsiniz. Bu yüzden yaz hariç sürekli şemsiye taşımak zorunludur. Çünkü Çarşamba’ya çokça yağmur yağar.
Turistik
Birçok alanda gelişmiş bir ilçe olan Çarşamba turistik olarakta bölgesinde bir değer oluşturur. Çarşamba’da yaya ulaşımına açık tek köprü olan tarihi köprü Çarşamba’ya gelenlerin fotoğraf çekilmeden gitmemesi gereken bir yerdir. Lakin her Çarşambalının da orada bir fotoğrafı vardır. Çarşamba merkezinde köprü dışında tarihi bedesten çarşısını veya yüzyıllık çınar ağacını görmeye gidebilirsiniz. Şehirden uzakta ise Çivisiz Göğceli Camii’ni, Kabaceviz Şelalelerini, Hasan ve Suat Uğurlu barajlarını veya ilk Tunç Çağından yerleşimlere rastlanılan Beyyenice’deki höyükleri ziyaret edebilirsiniz. Çarşamba’da daha bir çok tarihi ve turistik alan mevcuttur ancak en bilinenleri bunlardır.
Yemekler
Eğer Çarşamba’ya geldiyseniz köftesini yemeden gitmeyin. Şehir merkezinde birçok köfteci vardır ve hepsinin köfte yapışında ayrı bir güzellik vardır. Ama Çobanoğlu köftesi diğerlerine göre daha meşhurdur. Çarşamba’da meşhur olan diğer bir şeyse açık pidedir. Deneyimle sabit o açık pide meşhurluğunun hakkını verir cinstendir. Çarşamba’ya geldiyseniz şayet denemeden gitmeyeceğiniz şeylerden olmalıdır.
25 Mayıs 2015 Pazartesi
Yeni Bir Yaşam
Yeni bir yaşam! Kulağa ne kadar da hoş geliyor!
Benim zihnimde güneşin batışıyla beraber bir ev hayali, onun önünde koşuşturan bir çocuk ve köpeğiyle; kendimi uçurtmasını göklere uçurmuş iplerini tutar halde hayal ediyorum. Evimin beyaz çitleri var ve bahçede beyaz bir çardakla beyaz bir masa etrafında toplanış 4 tane beyaz ortası yastıklı koltuk hayali kuruyorum. Masamızda börek çörek ve porselen bir çaydanlık var. Sandalyelerden birinde eşim. Yüzü bulanık halde ama bir tasvirini yapabilirim. Saçları kumral ve boynuna kadar iniyor. Kırmızı bir penye ve beyaz pantolon giymiş. Yanında küçük kızım. Tam ağzına bir kurabiyeyi almak için ellerini uzattığı ve o parmaklarının kurabiyeyi iki yanında tutacak vaziyette olupta tutamadığı bir an. Gözleri parıl parıl. Onun arkasında etrafta çiçekler var. Aslında bu çardak kapının sol tarafında ve bahçeyi kapıya giden beyaz taşlar ayırıyor.Ayrımlı ve en fazla iki ayak sığacak kadar bu taşlar. Sol ön tarafta veranda ve arkasında çiçek bahçesi yer alırken sağ tarafta ise dalları evin üstüne ve bacasına kadar ulaşan bir ağaç yükseliyor. Salıncak var yola bakan düzleminde ama bu salıncak bildiğimiz gibi değil. Lastikten bir salıncak.Evin kapısı açık ve sağ ve sol tarafa bakan pencereler de açık. Sol taraftan annem bize sesleniyor. Bu arada babamda içerideki köşe koltukta maç seyrediyor. Annemin ellerinde fırın eldivenleri var ve fırındaki ıspanaklı böreği çıkartmaya hazırlanıyor. Mutfağı da çok güzel. Bir Amerikan mutfak sayılmaz ancak / ancak bu bir hayal ve istediğim gibi kurabilirim. Evin mutfağı ve salonu birleşik. Arada sadece şu amerikan mutfaklarda olan tezgah var. Annem babamı görebiliyor. Salonun arka penceresinde giderek küçülen fillerden var. 7 taneler bereket simgeleri. Bir anne fil ve 6 yavru....
Ne kadar paylaşabildim bilmiyorum ama çok hoş bir yaşam. Ama ben daha 20 yaşındayım. Daha yeni bir yaşam isteyecek kadar pişman değilim ve yeterince hata yapmadım da. Benim yaptıklarım ancak gelecekle alakalı. Belki böyle bir geleceğe ulaşabilmek için kurdum ben bu hayali. Ve şimdikinden çokta farklı değil aslında çünkü yeni yaşam kurmak tanrısal bir güçle inmiyor. İnsanların eline verilmiş bir şey bu ve ben tam da bu noktadayım. İnsanların geçmişim neydi ki geleceğim ne olsun dedikleri nokta. Tam da bu noktadayım. Birçokları da benimle bu noktada. Belki bir kısmı bunun farkında, belki de değil. Ama bu nokta geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği, yeni yaşamlar kurabileceğimiz nokta. Ve bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..Bir hayal, belki bu hayal uğruna..
Geçmişim neydi ki geleceğin ne olsun derler ya. İşte tamda bu noktadayız. Geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..
Bu arada ev 2 katlı :)
22 Mayıs 2015 Cuma
Adalet! Sizce...
21 Mayıs 2015 Perşembe
Kültür Endüstrisi ve Frankfurt Okulu
Merhaba arkadaşlar! Bu yazımda 4 gün önce İletişim Sosyolojisi için hazırlanmış olduğum aşağıdaki konuları kendi dilimde anlatmaya çalıştım. Yazının büyük bir bölümünü sınava girmeden 30 dakika önce kendimi denemek için kağıda yazmış ve sonra sınava girerken ya orada yazdıklarımı şimdi hatırlayamazsam korkusuna kapılmıştım. Ama işin aslı öyle olmadı. Sınav kağıdında sınavdan 30 dakika önce yazdıklarımın verdiği tecrübeyle de çok daha iyi bir yazı hazırladım. Sınavdan çıkıp bilgisayar başına oturmaya fırsat bulduğumdaysa yazdıklarımı blogger ortamına geçirmiştim ve 3 gündür düzenleme ve eklemeler için bekletiyordum. Bugüne nasipmiş. Sınava gelecek olursak vizelerim 100, bundan da bir 90 alırım :)
Frankfurt Okulu
Frankfurt Okulu'nun en önemli 2 kuramcısı Horkheimer ve Adorno. Okulun genel yaklaşımı eleştirel teori olarak adlandırılıyor. Okulun özgül bir Marksizm anlayışı var. Marksizm anlayışları geleneksel Marksizm'in sadece altyapı üzerinde durmasına karşın, onların bir altyapı - üstyapı kaynaşmasını savunmaları sonucu ayrışıyor. Horkheimer ve Adorno'nun ortaya attığı Kültür Endüstrisi kuramı önemlidir. Bu kuramı hazırladıkları dönemde Avusturya'daki işçi partisinin dağılması ve Almanya'da Nazizm ve Faşizm'in baş göstermesi gibi olaylar yaşanmıştır. Horkheimer ve Adorno sol'un çöktüğü ve sağ'ın yükseldiği bu dönemden etkilenerek kuramlarını hazırlamaya başlamışlardır. Daha sonraları ABD'ye gitmeleri ve ABD'nin ise ilk tüketim toplumu olması özelliği ise Kültür Endüstrisi kuramının gelişimi için önemli olmuştur.
Kültür Endüstrisi
Kültürün giderek endüstrileşmesi ve kültür ürünlerinin metalaşması sonucu bu kavram türetilmiştir. Kültürel ürünler giderek standartlaşmakta ve farklılıklar marjinalleşmektedir. Öncelikli amaç gündelik yaşamdan bir kaçış sağlamaktır. Ancak Adorno'nun dediği gibi bu kaçış geçicidir ve insanları kaçındıkları dünyaya yeniden eklemlemektedir. Burada söz konusu olan ikili bir süreçtir. Bir yandan endüstri kültürleşirken öteki yandan kültür endüstrileşmektedir.
Kültür
Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıdır ve bir toplumda gelenek, görenek, dil, din, ırk ve ortak yaşayış gibi bir çok özellikten oluşur. Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Ve kültürler ihtiyaçlardan türemişlerdir. Toplumlar nelere ihtiyaç duymuşlarsa o yönde bir gelişme göstermişlerdir.
Halk Kültürü
Halk kültürü kaynağını halktan alan halkın yaşam biçimini yansıtan kültürel etkinlik biçimine verilen isimdir. Halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturulmuş, geçmişten günümüze kadar geldiği uzun süreçte; toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir.
Kitle Kültürü
Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıyken kitle kültürü daha sadedir. Standart ve basit olmaya yönelik maddiyat temellidir. Kitle kültürü aynı bir fabrikadaki seri üretim gibidir. Toplumu bir makinedeki seri üretim malzemesi gibi standarda doğru bir üretime sokar. Kitle kültürünün temelinde kitle iletişim araçları vardır ve kitle bireyi öldürmeye, ondaki yaratıcılığı ve sanatsal düşünceyi yok ederek onu sadece bir üretim tüketim zincirine mahkum etmeyi hedefler. Kitle bir noktada en iyi bilen olarak gösterilir ve inandırılır. Bunların tüm amacı da sistemin devamlılığının sağlanması için her seferinde sistemin yeniden üretiminin sağlanmasıdır. Yine de kitleler arasında bu monotonluktan sıkılarak baş kaldıracak kesimler olabilir. İşte bu noktada popüler kültür devreye girer.
Popüler Kültür
Popüler kültür belli bir zaman dilimi içinde gelip geçici olan etkinliklerin genel adıdır. Popüler kültür insanlara en tercih edilen ve en popüleri sunar. Onların buna sahip olduklarında yaşayacakları hazzın inanılmazlığını vurgulayarak, bir doyumsuzluk yaratır. Kitlelere sahte dünyalar kurar ve o sahte dünyalarda kitlelere yarattığı gerçek dünyanın sıkıntı ve çilesinden uzak ortamlarda onların yeniden üretim azmi kazanmalarını hedefler. Ve tüm bunlarda popüler kültür hiçbir engelle karşılaşmaz. Çünkü tüm yaptıklarını halka sanki kendi istekleriymiş gibi sunmakta ve yaptırmaktadır. Bu aynı bir işçinin çalıştığı fabrikayı anlatırken bizim fabrika diye söz etmesine benzer. İşçi kendi çalıştığı fabrikayı anlatırken böyle bir kelime kullanır ancak gerçekte fabrika onun değildir. Aynı şekilde popüler kültürün kitlelere sunduğu en tercih edilen ve en popülerler de aslında kitlelerin istekleri değillerdir bu sadece bir içselleştirmedir.
Popüler kültür veya kitle kültürü aslında biz olmazsak var olamazlar ancak onlar bize derler ki; biz var olursak Coca Cola var olur, Ps2, Facebook, Pop müzik bizimle var olur. Biz var olursak yaşamdan haz alırsın. Ancak onlar bunları bize bunları vadederken aynı zamanda bizleri gerçek dünyaya yabancılaştırmakta ve sisteme olan bağımlılığımızı artırmaktadırlar.
18 Mayıs 2015 Pazartesi
Yazar ve Dinleyicileri
Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar okumaya başlayıp buradan sonra okumayı bırakmamanız için de hiç bir sebep yoktur. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar.
Ancak hak verilecektir ki bir yazarın sonsuz dakikalarca sonsuz anlatılası konuyu anlatabilmesinde ona en büyük destek ve kuvvet sağlayan güç onu sonsuz dakikalarca sonsuz dinleti sağlayıcı bir anlatıcı olarak gören ve onu sonsuz dakikalarca dinleyebilme kapasite ve imkanlarına sahip olan dinleyicileridir.
Bu süre içerisinde yazar ve okuyucular arasında bir etkileşim söz konusudur. Her yazar okuyucusunun bir eğitimcisi rolüne bürünürken, her dinleyicide eğitimcisinden alabileceği en yüksek faydayı sağlama amacına sahip birer öğrencilerdir. Dinleyiciler ve belkide yazı söz konusu olduğunda buna okuyucular demekte gerekebilir, bu aşamaları süreçler halinde aşarlar.
Bir yazarın yazı yazma ve onu dinleyecek okuyucu kitlesine ulaşabilmesi arasında birçok aşama vardır. Bir yazarı yazar yapan da belki de bu aşamaları aşabilme ve ardına geçebilme kapasitesidir.
Ancak hak verilecektir ki bu anlatılası bir sürü sonsuz konulardan biri olan "Bir yazarı yazar yapan aşamalar " konusu dahi anlatılmak için bir sürü sonsuz dakika ve anlatacak vakte de ihtiyaç duyacaktır. Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar boşuna okuduğunuzu söylemek isterim. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar dediğimde beni dinlemeliydiniz. :)
3 Mart 2015 Salı
Başkente Kuşbakışı
9 Şubat 2015 Pazartesi
Bir 80 Mağdurunun Hikayesi
20 Kasım 2014 Perşembe
Yıldıray Çınar ve Hayatı
Çarşamba Tv için Yıldıray Çınar belgeseli hazırlamıştım. O belgesel için araştırdığım hayatını ve çoğu internette olmayan (çeşitli videolardan keserek oluşturduğum) fotoğraf ve video dökümanını bir araya getirmek, bu resim ve videoları Google'a kazandırmak ve Yıldıray Çınar arama sorgularında yer almalarını sağlamak adına bu makeleyi yazdım. Faydalanmanız dileğiyle.
Yıldıray ÇINAR 1940 Yılında Samsun’da doğar.İki yaşında ölen Ayşe hanımın varlığından habersiz bir şekilde ablası Hikmet hanım tarafından büyütülür.
Çocukluğunda saza tutkundur. İlkokul ikinci sınıfta iken saz çalmaya başlar.
Aslında Küçük Yıldıray’ın babası da müzikle uğraşırmış. O’nun tek amacı; Oğlunun oturdukları mahallenin Camii’nden ezan okumasıymış.Türkü Pınarı Rasathane Camiinden değil ama 1976 yılında 'Söyleyin Anama Ağlamasın' filminde ezan okumuştur.
Yıldıray ÇINAR ilk saz konserini okul bitiminde verir. İlkokuldan sonra sanat okuluna başlar. Bu Okulda da müzik çalışmalarına devam eder. İlk sazını burada yapar.
Yıldıray Çınar daha bu yaşlardayken kabına sığmaz olur ve 0nyedi yaşında İstanbul’a gelir.
Samsunlu Saz Ustası Ömer Sinop’un yanında bir süre çalışır ve tecrübesini artırır.
Onun ilk işi, yaşını büyütüp askere gitmek olur. Devre kaybı olarak onu bahriyeli sınıfına ayırıp Gölcük’e verirler. Gölcük’te askerliğini yaparken onun gibi müziğe gönül vermiş Erkut TAÇKIN’ın babası olan ve aynı zamanda Deniz Fabrikaları Genel Müdürü olan Namık TAÇKIN Paşa ile tanışır. Namık Paşa oğlu ve Yıldıray ÇINAR’ın birlikte müzik yapmaları için onlara her türlü imkanı sağlar. Artık beraber orduevlerinde konserler verirler. O yıllarda Demokrat Parti Milletvekili Ethem MENDERES, Seka Kağıt Fabrikasını ziyarete gelir. Namık Paşa vekilin onuruna bir gece düzenler ve bu işi Yıldıray Hoca’ya verir.
Yıldıray ÇINAR çok güzel bir müzik resitali sunar. Herkesin takdirini kazanır.
Yine bir seferinde zamanın başbakanı Merhum Adnan MENDERES bir İspanya gezisine çıkar. Beraberinde gittiği gemilerin birinde Yıldıray ÇINAR’da vardır.
Bu yolculuk esnasında askere moral olsun diye müzik konseri verir.
Başbakan Menderes bu güzel sesli çocuğu çok beğenir ve yanına çağırır. Ona Radyo ya girmesini salık verir. Menderes’in bu teşviki Yıldıray ÇINAR için rehber olmuştur. Askerlik bittikten sonra memleketi Samsun’a döner. 1959 yılının mayıs ayında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı münasebetiyle Ankara’ya gönderilir ve bestesi kendisine ait olan “Yare Pazen Biçemedim” adlı türküyü okur ve çok beğenilir.
Tekrar Samsun’a dönüşünde gitar ve bağlama dükkanı açar.
1960 yılında İstanbul Radyosu’nun açmış olduğu sınavlara katılır. Onun da birtakım teknik eksiklikleri olduğundan sınavı kazanamaz. 1962 yılına kadar Osman ÖZDENKÇİ’den dersler alır. İşte o yıl Ankara Radyosu’nun açmış olduğu sınavı kazanır.
İlk sahne denemesini 1965 yılında Güney Park Gazinosu’nda gerçekleştirir. Radyo ve gazino çalışmalarının yanı sıra sinema filmleri de çevirir.
Bu müzik ve film çalışmalarını 1985 yılına kadar devam ettirir. 1985 ve 1990 yıllarında ise sadece film çalışmalarına ağırlık verir. 40’a yakın film çevirmiştir. 1969 yılından itibaren çevirdiği filmler sırasıyla; Şirvan , Sarı Kurdelem Sarı , Cemo , Çarşambayı Sel Aldı , Elvan , Allı Turnam , Emrah , Eşref , Çoban Yıldızı , Suçlu Kim ve Tecelli gibi filmlerdir. Yıldıray ÇINAR sanat hayatı boyunca 12 altın plak ödülü de almıştır.
Çok mütevazi bir ömür sürmüştür. Sevenlerinden uzak, kendi halinde ve sessizlikten hoşlanan bir yapıya sahip olduğundan medyada fazla yer almamıştır.
Tedavi gördüğü Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir sinir sistemi hastalığı olan ALS’den dolayı 2007 yılında aramızdan ayrıldı.
Ölümünden sonra onun anısına İstanbul'da iki Samsun'da da bir sokağa ismi verilen Çınar'ın, Çarşamba'ya "Çarşambayı Sel Aldı" türküsünün hikayesinin anlatıldığı yaklaşık 15 metrelik bir rölyefi dikildi. İlkadım ilçesinde bulunan Çok Amaçlı Gençlik Merkezi'nin ismi de Yıldıray Çınar Kültür Merkezi olarak değiştirildi. Yeğeni Metin Erten 2013 yılında açtığı anı eviyle onun hatırasını yaşatıyor.
15 Kasım 2014 Cumartesi
Kaykay İpuçları
Arkadaşlar öyle kaykayda profesyonel olmuş süper hareketler yapan uçan kaçan tiplerden değilim. Ama aldığından beri kaykayda sadece 1 kez düşmüş biriyim. O yüzden sözlerime kulak verseniz iyi olur.
Öncelikle kaykayı ilk aldığınızda sürmek hevesine kaykayın ucuna basmak gibi bir hataya düşmeyin. Çoğu arkadaş bu yüzden düşüyor zaten. Beni yolda durdurupta denemek isteyenlerden bir sürü örneğim var.
Sonra kaykayı sürmeye başlamadan önce önlem olarak yinede koruyucu başlığınızı, dizliklerinizi, bilekliklerinizi takın ne olacağı belli olmaz.
Sağ ayağınız kaykayda sol ayağınızda onu itme görevinde olucak. Kaykayın üzerinde çiviler görüceksinizdir. Onların üzerine basarsanız bir şey olmaz. İlk sağ ayağınızı öndeki çivilerin üzerine koyun sonra sol ayağınızla kaykayı ittikten sonra sol ayağınızıda kaykayın üzerine koyun.
Burada dikkat etmeniz gereken ayaklarınız dizlerinizden biraz eğik olmalıdır. Bunu yapmazsanız hızlanmaya çalıştığınızda kendinizi yerde bulabilirsiniz. Hızlanmanın sırrıda budur zaten. Normal durupta hızlanmaya çalıştığınızda üst bedeniniz geriye doğru gidiyor. Sonuçsa malum.
Kaykaya ilk adımınızı attığınıza göre nasıl duracağınızı da bilmelisiniz. Kaykayı iterken ayaklarınızı kaykayın boyunca koyduğunuzu hayal edebiliyorum. Tamam buraya kadar doğru ancak hep öyle gidemezsiniz. Sağa sola dönüşleri de yapabilmelisiniz. Bunun içinde kaykayı itipte sağ ayağınızı kaykaya koyduğunuzda her iki ayağınızı da kaykaya paralel konuma getirmelisiniz.
İlk başlarda yapamayabilirsiniz. ama yapmanız fazla uzun sürmeyecektir. Ve zamanla kaykayın üzerinde rahatça hareket edebilmeye başlayacaksınız. Benim alışmam 1 hafta sürmüştü. Sizinkininde bundan fazla süreceğini zannetmem. Çünkü kaykay sürmek insanların sandığı gibi çok zor bir şey değil.
Ayaklarınızı paralel olarak koyduysanız artık tek öğrenmeniz gereken kaykaya yön vermek. Bunun da çok basit bir mantığı var. Ayaklarınızı sola bastırırsanız sola, sağa bastırırsanız sağa gider.
Bunun dışında kaykayın freni yoktur arkadaşlar. Yokuşlardan inerken dikkat edin. Arabaların gelmediğinden emin olun. Kaykayda freni sol ayağınızı yere sürterek yaparsınız. Biraz zaman alır ama eğer acil bir durumsa kaykaydan inmek için yapmanız gereken tek şey yukarı doğru zıplayıp ayaklarınızı kaykaya değmeyecek şekilde açmak. Hızlıysanız biraz öne doğru savrulacaksınızdır. İlk şoku atlattıktan sonra giden kaykayınızın peşinden koşmayı unutmayın.
Ve son olarak biraz dik inişlerden inerken sol ayağınızı daha fazla arkaya yaklaştırmalısınız. Duruşunuz dizlerinizden eğik, ayaklarınız kaykaya paralel olmalı bunları da unutmayın.
Kaykay genelde dümdüz yerlerde güzel gider. Parke taşlarının olduğu bir mahallede yaşıyorsanız hiç bulaşmayın derim. Benden bu kadar herşeyi anlattığımı sanıyorum belki ileride bir videoyla konuyu destekleyebilirim.