29 Mayıs 2015 Cuma

Turnuva Güneş Gibi Doğdu


İnsanlar gençlik süreçlerinden yaşlılığa doğru giderek olgunlaşarak ilerlerler ve bu süreçte belki de ilk öğrendikleri şey 3 yanlışın gerçekte 3 doğruyu götürebildiğidir. Birçok evresinde bizleri şaşırtan yaşam, bazen istediğimiz gibi de gitmeyebilir. Ancak bu yaşamımızın her zaman yanlışlarla dolu olacağına da işaret etmez. Ve bir 3 yanlış belki de tek 1 doğru için yapılmış da olabilir. Kim bilir..

Hayattaki bu yollarda insanların yanlışlarda takılıp kalmaması ve doğrunun rehavetine de kapılmaması gerekir. Yanlış ne kadar yanlış olursa olsun ve ya kim tarafından yapılmış olursa olsun onun içinden bir doğru çıkarabilmek her zaman mümkündür.

Bunun örneklerinden bir tanesi de Mustafa Kemal Güneşdoğdu Kampüsünde okuyan 19 Mayıs Üniversiteli öğrencilerdir. Ülkemizde birçok üniversitenin ana kampüs harici farklı yerlerde de kampüsleri bulunmaktadır ve bu gayette normal bir şeydir. Öğrencilerin bu kampüslerde ana kampüslerinde olduğu kadar imkana sahip olamaması dahi normalliğini korur. Ancak öğrenciler bu kampüslere gittikleri bölümleri bilerek ve bu bölümlerin bulunduğu yerleşkelerden; bulundukları yerlerden emin olarak giderler. Öğrencinin üniversite hayatına bir sürprizle başlaması şüphesiz ki istendik bir durum değildir.

Ancak bu örneğimizde tam da böyle olmuştur. 19 Mayıs Üniversiteli Hukuk Fakültesi öğrencileri ilk olarak eğitimlerine ana kampüslerinde başlamışlar ancak sonrasında Samsun’un Çarşamba ilçesindeki mevzu bahis alana yerleştirilmişlerdir. Bir kampüsteki tek fakültenin kendi fakülteleri olduğu ve bulundukları şehrin de üniversite kültüründen uzak oluşu düşünüldüğünde durumun vehameti çok daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Onların yerleşmesinden  2 yıl sonra gelen İletişim Fakülteli öğrencilerin durumu ise çok daha farklıdır. 19 Mayıs Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne ilk yıl 100 kişi alınmıştır. Ve bu ilk gelen 100 kişi her öğrenci gibi olduklarını fakültelerinin 19 Mayıs Üniversitesinin ana kampüsünde olacağını sanarak gelmişlerdir.

Birçok evresinde bizleri şaşırtan yaşam, onlar için de istedikleri gibi gitmemiştir. Ne var ki olaylara her zaman müdahale edemiyoruz. Ve bazen istemesekte o istemediğimiz olayları yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Bunun adına katlanmak diyorlar galiba. Ama başta da dediğimiz gibi, insanların hayattaki yanlışlarda takılıp kalmaması ve her yanlışın içinden bir doğru çıkarmayı da bilmesi gerekmektedir. Bu sayede katlanmak katlanalar için belki birazcık zevk almaya da dönüşebilir. Nitekim de Mustafa Kemal Güneşdoğdu Kampüsünde okuyan 19 Mayıs Üniversiteli öğrenciler bunu yaptıkları çeşitli etkinliklerle başarabildiler. Bazısı Langırt turnuvası düzenledi, bazısı hayvan barınağına gitti beraberce. Bir köy okulunu güzelleştirdiler mesela ve piknik yaptılar, sergiler açtılar okullarında. Beraberce yemekler mi yemediler yoksa bisiklet turları mı düzenlemediler. Biliyorlardı ki birlikte beraberlikte olduklarında yaşadıkları çevreden daha fazla faydalanabilecekler. Aslında yaşamdan zevk almasını biliyorlardı her biri.

Birçok şeyler yaptılar ama son olaraksa bir futbol turnuvası düzenlediler aralarında. Üniversitelerinin ana kampüsünde bahar şenlikleri düzenleniyor o sıralarda. Ama gidemedikleri bir bahar şenliği neye yarardı ki. Bir akıllı fikirle bu ortaya çıktı. 3 haftalık bir serüvendi. 50 dakikalık maçlar ve 13 Takım. Bir Hukuk – İletişim karması ve Erkek – Kız ayırmayan bir eğlenceydi. Kızlar oynayamıyordu belki ama kenardan destek vermeye gelenlerde birçoktu. Onlar geldiği içinde zaten maçlarda hiç kötü söz söylenmezdi. Birçok takım kurdular. Hepsi birbirlerinin rakibiydi ama belki de en büyük rakipleri Çarşamba’nın kavurucu sıcaklarıydı. Bu turnuvalarda ilginç birçokta olay oldu. Final maçında tellere tırmananları mı dersin yoksa otururken bank kıranları mı? Hiç bir şey bulamazsan takımların değişik isimlerini bile okuyabilirsin. Yankeeler, Çerezgücü, Armada..

Eğlenmesini bildiler işte ne diyim..     


26 Mayıs 2015 Salı

İlk Buluşmada Çıkma Teklifi Taktiği


Plansız yapılan teklifler çoğunlukla kaybetmeye mahkumdur. Sende bir kaybeden olmak istemiyorsan kulaklarını iyi aç ve beni dinle. Çoğu kadın aslında çıkma teklifi edilmesini istemez. Evet, yanlış duymadın. Kadınlar her şeyin akışına bırakılmasını ve olayların kendiliğinden gerçekleşmesini isterler. Kafan karıştı biliyorum ama daha planımı duymadın. Şimdi seninle bir plan yapalım.

Bu plan 4 aşamalı olacak ve işlerin kendiliğinden gerçekleşmesi gerek, en azından kız öyle olduğunu sanmalı.

İlk olarak kızla güzelce sohbet et. Kız sohbetinden zevk alsın güldür eğlendir. Kızlar anlık hareket eder ve eğer karşındakine güzel duygular hissettirebilirsen alacağın yanıtın “Evet” olma ihtimali çok yüksek olur. Senle olduğunda güzel vakit geçirmesini sağlamalısın. Bu 2. adımdaki başarı için çok önemli.

İkinci adımda kızı dışarıya davet etmelisin. Hadi gelle başlayan her cümle olur. Hadi gel akşamüstü bir şeyler yapalım uygun bir cümledir. Eğer kız ilgileniyorsa bu cümlene karşılık ne yapacağız sorusunu sorabilir. Böyle olduğu takdirde senin acilen bir plana ya da daha önceden plan yapmış olmaya ihtiyacın var demektir. Unutma buluşmadan önce gideceğin yerlere karar ver. Plansız programsız hareket etme. Kızı gelmeye ikna ettiysen 3. aşamaya geçebiliriz demektir.

Üçüncü aşama her şeyi mahvedebileceğin ya da her şeyin çok farklı olacağı müthiş bir kırılma aşaması. Kızla buluşuyorsun. Kendini ona çekici olarak göstermen, liderliğinle, özgüveninle kendini ona kanıtlaman gerek. Erkeklerin en çok hata yaptıkları aşamadır bu. Bu yüzden sana ilk hataları söyleyeceğim ki sende bu hatalara düşme. En çok yapılan ilk hata buluşmanın ilk 10 saniyesini değerlendirememektir. Kız geldiğinde ilk 10 saniye içinde sıcak bir gülümseme at ve sevinçle gülümse. Sonra o sıcacık gülümsemenle kollarını iki yana aç. 2 saniye boyunca sarıl ve bir yanağından öp. Diğer yanağa geçerken 1 saniye boyunca göz göze gel ve bunu çok yavaş bir şekilde yapman gerekli. Sonra diğer yanağından öp ve kızı hemen bırakma. Benim sözümü dinle. Kızı bırakma ve havaya kaldırarak döndür. Bunu yaparken eğlenceli sesler çıkarırsan daha iyi. Sonrasında bırakabilirsin. Şimdiden bunları neden yaptık diyen sesinizi duyar gibiyim. Bunları yaptık çünkü kızlar kendilerini özel hissettiren erkeklerden hoşlanır. İlk buluşmadan onla yıllardır sevgiliymişiz gibi davrandık. Emin ol bu kızın çok hoşuna gitti. Az önce yaptıkların kızda senin sıradan biri olmadığını, kendine güvenen, spontane ve romantik bir erkek olduğun izlenimini yarattı ve şimdiden bir çekim hissetmeye başladı bile. Erkeklerin yaptığı bir diğer hataysa ilk buluşmada siyaset, din, ders veya iş gibi konular açmak. Bunların hiçbirini yapmamalısın. Buluşmana zaten 1-0 önde başladın. Geçmişteki maceralarını anlatabilirsin, kızlar maceralara bayılırlar. Konu bulamazsan da hadi etraftaki insanlarla dalga geçelim diyebilirsin. Bunları harfiyen uyguladıysan 4. ve son aşamaya geçebiliriz. 

Dördüncü aşamada sana ilk söylediklerimi hatırla. Biraz zorla kendini ne demiştim. Kızlara çıkma teklif edilmez. Ama kızı ilk fırsatta öpeceksin. Kızı öptüğünde zaten otomatikman sevgili olmuş olacaksınız. Daha ilk buluşmam diyorsun biliyorum ancak korkarak bu iş olmaz. Bulduğun ilk fırsatta kızı öp. Gerekirse bu fırsatı kendin yaratmalısın. Mesela kızı sadece ikinizin olduğu sessiz bir yerlere götürebilirsin. Öyle bir an gelecektir ki ikinizde sessizleşecek ve birbirinizin gözlerinin içine bakacaksınız. O an geldiğinde gözlerini kaçırma ve gözlerine bakmaya devam et. Sonra dudaklarına ve yine gözlerine bak. Yakınlaşmaya başla. Yeterince yakınlaştığında dudaklarına bak ve eğilerek kızı öp. 

Artık çıkıyorsunuz.

Dipnot:
                  Arkadaşlar bu yazı ve devamında gelecek yazılarım aşk üzerine hayaller ve düşüncelerimden oluşan akla zarar kaynaklardır. Denenmemiştir, uygulanmamıştır, hiçbir garanti verilmez. Kullanmadan önce etraflıca düşünmek önerilir. Günde 1 dozdan fazlasıysa zararlıdır.

Günün Sözü: Aşk 2 kişilik bir oyundur derler ama hep bir 3. gelir bu oyunu bozar.

Aslında ben bu yazıyı bir çıkma teklifi sitesi için hazırlamıştım; bu sebeple kendim yayınlamamam gerekiyordu. Ancak yazı için ücretimi alamadığımdan dolayı yayınlamakta hiçbir sakınca göremiyorum.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni Bir Yaşam


Yeni bir yaşam! Kulağa ne kadar da hoş geliyor!

Benim zihnimde güneşin batışıyla beraber bir ev hayali, onun önünde koşuşturan bir çocuk ve köpeğiyle; kendimi uçurtmasını göklere uçurmuş iplerini tutar halde hayal ediyorum. Evimin beyaz çitleri var ve bahçede beyaz bir çardakla beyaz bir masa etrafında toplanış 4 tane beyaz ortası yastıklı koltuk hayali kuruyorum. Masamızda börek çörek ve porselen bir çaydanlık var. Sandalyelerden birinde eşim. Yüzü bulanık halde ama bir tasvirini yapabilirim. Saçları kumral ve boynuna kadar iniyor. Kırmızı bir penye ve beyaz pantolon giymiş. Yanında küçük kızım. Tam ağzına bir kurabiyeyi almak için ellerini uzattığı ve o parmaklarının kurabiyeyi iki yanında tutacak vaziyette olupta tutamadığı bir an. Gözleri parıl parıl. Onun arkasında etrafta çiçekler var. Aslında bu çardak kapının sol tarafında ve bahçeyi kapıya giden beyaz taşlar ayırıyor.Ayrımlı ve en fazla iki ayak sığacak kadar bu taşlar. Sol ön tarafta veranda ve arkasında çiçek bahçesi yer alırken sağ tarafta ise dalları evin üstüne ve bacasına kadar ulaşan bir ağaç yükseliyor. Salıncak var yola bakan düzleminde ama bu salıncak bildiğimiz gibi değil. Lastikten bir salıncak.Evin kapısı açık ve sağ ve sol tarafa bakan pencereler de açık. Sol taraftan annem bize sesleniyor. Bu arada babamda içerideki köşe koltukta maç seyrediyor. Annemin ellerinde fırın eldivenleri var ve fırındaki ıspanaklı böreği çıkartmaya hazırlanıyor. Mutfağı da çok güzel. Bir Amerikan mutfak sayılmaz ancak / ancak bu bir hayal ve istediğim gibi kurabilirim. Evin mutfağı ve salonu birleşik. Arada sadece şu amerikan mutfaklarda olan tezgah var. Annem babamı görebiliyor. Salonun arka penceresinde giderek küçülen fillerden var. 7 taneler bereket simgeleri. Bir anne fil ve 6 yavru....

Ne kadar paylaşabildim bilmiyorum ama çok hoş bir yaşam. Ama ben daha 20 yaşındayım. Daha yeni bir yaşam isteyecek kadar pişman değilim ve yeterince hata yapmadım da. Benim yaptıklarım ancak gelecekle alakalı. Belki böyle bir geleceğe ulaşabilmek için kurdum ben bu hayali. Ve şimdikinden çokta farklı değil aslında çünkü yeni yaşam kurmak tanrısal bir güçle inmiyor. İnsanların eline verilmiş bir şey bu ve ben tam da bu noktadayım. İnsanların geçmişim neydi ki geleceğim ne olsun dedikleri nokta. Tam da bu noktadayım. Birçokları da benimle bu noktada. Belki bir kısmı bunun farkında, belki de değil. Ama bu nokta geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği, yeni yaşamlar kurabileceğimiz nokta. Ve bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..Bir hayal, belki bu hayal uğruna..

Geçmişim neydi ki geleceğin ne olsun derler ya. İşte tamda bu noktadayız. Geçmişimizin hala bir şeyler olabileceği bu noktada elimizden geldiğince çalışmalıyız..


Bu arada ev 2 katlı :)

Hadisene

Kalem aldım elime
Gem vurmadım dilime
Gel bu aşkın seline
Gülüp geçek ölüme


22 Mayıs 2015 Cuma

Adalet! Sizce...

Merhaba arkadaşlar! Bugün biraz zor bir konuyla başa çıkmaya çalıştım. Adalet kavramını sorguladım biraz ve bunu kadın üzerinden yapmam işim hassasiyet gerektiren kısmıydı. Ama yapmam gereken tam da buydu. Çünkü bizim ülkemizde adalet ancak bir kötü olayla akla gelebiliyor. Bu yüzden Özge Can yaramızı bir kere daha deşicem ve muhtemelen bilmediğiniz 95'te yaşanmış bir olayı aktaracağım. Eğer sabredipte tüm yazıyı okuyabilrseniz aslında yapmak istediğimin sadece adaleti hatırlatmak ve bu konuda kendimle ve sizlere yazıyla sınırlı bir düşünce fırtınası yaratabilmek olduğunu göreceksiniz. 
Sedat Peker'in Yazısı
Gerçi yapacağım paylaşım kimilerine çok vahşice ve korkunç gibi gelebilir. Ancak geçmiş yılların birinde yaşanan bu olayın halkımız arasındaki bazı tartışmalara da katkı sağlayacağını zannediyorum.
1994 veya 95 senelerinde (o tarihlerde çok yakın görüştüğüm) bir dostumla sohbetimizde o dönemin en kudretli bir-iki orgeneralinden birinin (daha önceden kendisini tanıdığım bir paşa) benden geçmişteki yaverinin kızının başına gelen bir konudan dolayı yardımcı olmamı istediğini iletti. Bu notu ileten dostumuzla beraber bahsi geçen orgenerali arayarak konuyla ilgileneceğimi söyleyip, saygılarımı ileterek, telefonu kapattım.
O gün benim ilgilenmem gereken başka bir konu olduğu için biraderim olan Atilla Peker ve birkaç arkadaştan bu konuyla ilgilenmelerini rica ettim. Konuyu kısaca anlatmak istersem; Paşa’nın yaverinin kızı eşinden ayrılmış. Eşi ayrıldıktan sonra tekrardan eski hanımıyla cinsel ilişkiye girmek istediğinde bayan tarafından reddedilince zorla eski eşinin çırılçıplak fotoğraflarını çekmiş. Ayrıca da zorla cinsel ilişkiye girerken de yakın çekimden bunu fotoğraflamış.
Bu konuyla ilgili Sayın Paşa, Valiyi, Emniyet Müdürünü arayıp, konuyla ilgilenmelerini rica etsede resimler bulunamadığı için şahıs her defasında gözaltına alınarak, serbest bırakılmış. Biraderim Atilla Peker, benimle fikir istişaresi yapmak istediğinde ve bana ne tür bir şey yapmak gerekir? Diye sorduğunda; "Benim adalet anlayışımı biliyorsun.Bir insan hangi kötülüğü yaparsa onun aynısını yaşamalı." demiştim. Ayrıca kardeşimi de uyarmış; "Adamın hemşerimiz olması (adam maalesef ki Rizeliydi) çekeceği cezaya asla engel olmamalıdır." diye de fikrimi beyan etmiştim (Hemşerilerime karşı hassasiyetim olduğunu herkes bildiği için bu uyarıyı yapma gereği hissetmiştim).
Biraderim bu şahısı o günün şartlarıyla kendi metotlarını kullanarak, ikna edip, resimleri ele geçirmiş(Negatiflerini de almayı unutmamış). Kadına zorla tecavüz ederken, 3. bir kişiye yani arkadaşına resimleri çektirdiği içinde haliyle daha çok sinirlenmişler. Bu sebeple davranışları maalesef ki daha sert ve kanlı olmuş.
Bedava cinsel ilişkiye girmek için eski karısına bunları reva görenin aynı duyguyu yaşaması içinde adama buraya yazsam herkese çok enteresan gelecek şeyler yaparak, resimlerini de çekip, bana getirdiler. Önce bayanın resimlerini bakmadan zarfın ağzını kapatarak, kendisine yolladım. Adamın olduğu resimler tabi ki çok korkunçtu. Yerde yatan çıplak bir adam ve her tarafı kan revan içinde. Ben bu resimlerinde bayana gitmesini istemiştim. Çünkü ruh sağlığı yaşadıklarından dolayı çok bozulmuştu.
Hiç değilse biraz yüreği soğusun istemiştim. Ancak arkadaşlar yanlış anlayarak, Paşa ile ortak dostumuz olan beye verip, resimleri yanlışlıkla Paşaya yollamışlar. Sayın Paşa, yaşının büyük olması ve resimlerdeki görüntünün çok vahşi olmasından dolayı önce biraz rahatsızlık geçirerek sandalyesine oturmuş, ancak sonrasında kendine gelince bana telefon açtı. Sedat Bey, ben bu adama engel olmak için kanunun her maddesini uygulatmaya çalıştım. Ancak hiçbir işe yaramadı (Kendisi çok beyefendi bir insan olduğu için bana Reis bey diye hitap ederdi). Reis bey, bence bu tip insanlara uygulanması gereken ceza işte böyle olmalıdır demişti.
Silahlı Kuvvetler'in 2 numarası olacak kadar üst kademedeki bir komutan böyle bir yorum yaparak, teşekkür etmişti. Mağduriyete uğramış olan bayan, o zaman minnettar olduğunu belirten teşekkürlerini inanılmaz mutlu bir şekilde iletmişti ve kızın babası olan Yaver Bey, sevinçten resmen çılgına dönmüştü.
Farkındayım bu yazıyı okuyanların bazıları yaşanılanları çok ilkel bulmuş olabilir. Ancak devletin verdiği cezalar, ürettiği çözümler yeterli gelmezse toplumun bu gibi durumlarda uygulamak isteyeceği cezalar ilkellik ve vahşilik değildir. Kendilerince hak arayışıdır, adalet arayışıdır.
Yazının tamamına http://www.sedatpeker.com/-294.htm adresinden ulaşabilirsiniz..
Benim Görüşüm
Devletin mafya ile işbirliği yaptığı çokça duyulmuştur. Ama bu seferki çok başka bir iş birliği. Adalet kavramını bir mafyanın eline veren bir orgeneral. Ve bir yandan da tecavüze uğramış bir kadının adalet arayışı. Gerçekte adalet nedir? Bunu sorgulayan bir yazı olmuş ve bu sorgulanırkende yazar taraflı bir tutumla hukukun yetmediği durumlarda adaletin halk elinden verilmesi taraftarı olmuş. Gerçekten hukukun yetmediği durumlarda adalet halk elinden mi verilmeli? Ben öyle düşünüyorum ki böyle durumlarla daha çok karşılaşırsak düzeni sağlaması gereken devleti de sorgulamaya başlarız. Bu yüzden hukuk herkes için gerekli kanunları ve cezaları uygulamaya koymalı ve yürütmesini gerçekleştirmelidir.
Sizin Görüşünüz
Şimdi gelelim bu yazının yazılış amacına. 1995 yılında gerçekleşmiş bu olayı geçersek, son örneğini Özge Can ile yaşadık. Hukuk adaleti sağlamada yeterli mi yoksa değil mi ve ya hukukun yeterli olamadığı durumlarda adalet için farklı arayışlara gidilmeli mi yoksa aksi mi? Benim görüşümü sizlere yukarıda bildirdim. Sıra sizde...

21 Mayıs 2015 Perşembe

Kültür Endüstrisi ve Frankfurt Okulu


Merhaba arkadaşlar! Bu yazımda 4 gün önce İletişim Sosyolojisi için hazırlanmış olduğum aşağıdaki konuları kendi dilimde anlatmaya çalıştım. Yazının büyük bir bölümünü sınava girmeden 30 dakika önce kendimi denemek için kağıda yazmış ve sonra sınava girerken ya orada yazdıklarımı şimdi hatırlayamazsam korkusuna kapılmıştım. Ama işin aslı öyle olmadı. Sınav kağıdında sınavdan 30 dakika önce yazdıklarımın verdiği tecrübeyle de çok daha iyi bir yazı hazırladım. Sınavdan çıkıp bilgisayar başına oturmaya fırsat bulduğumdaysa yazdıklarımı blogger ortamına geçirmiştim ve 3 gündür düzenleme ve eklemeler için bekletiyordum. Bugüne nasipmiş. Sınava gelecek olursak vizelerim 100, bundan da bir 90 alırım :)

Frankfurt Okulu

Frankfurt Okulu'nun en önemli 2 kuramcısı Horkheimer ve Adorno. Okulun genel yaklaşımı eleştirel teori olarak adlandırılıyor. Okulun özgül bir Marksizm anlayışı var. Marksizm anlayışları geleneksel Marksizm'in sadece altyapı üzerinde durmasına karşın,  onların bir altyapı - üstyapı kaynaşmasını savunmaları sonucu ayrışıyor. Horkheimer ve Adorno'nun ortaya attığı Kültür Endüstrisi kuramı önemlidir. Bu kuramı hazırladıkları dönemde Avusturya'daki işçi partisinin dağılması ve Almanya'da Nazizm ve Faşizm'in baş göstermesi gibi olaylar yaşanmıştır.  Horkheimer ve Adorno sol'un çöktüğü ve sağ'ın yükseldiği bu dönemden etkilenerek kuramlarını hazırlamaya başlamışlardır. Daha sonraları ABD'ye gitmeleri ve ABD'nin ise ilk tüketim toplumu olması özelliği ise Kültür Endüstrisi kuramının gelişimi için önemli olmuştur.

Kültür Endüstrisi

Kültürün giderek endüstrileşmesi ve kültür ürünlerinin metalaşması sonucu bu kavram türetilmiştir. Kültürel ürünler giderek standartlaşmakta ve farklılıklar marjinalleşmektedir.  Öncelikli amaç gündelik yaşamdan bir kaçış sağlamaktır. Ancak Adorno'nun dediği gibi bu kaçış geçicidir ve insanları kaçındıkları dünyaya yeniden eklemlemektedir. Burada söz konusu olan ikili bir süreçtir. Bir yandan endüstri kültürleşirken öteki yandan kültür endüstrileşmektedir.

Kültür

Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıdır ve bir toplumda gelenek, görenek, dil, din, ırk ve ortak yaşayış gibi bir çok özellikten oluşur. Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Ve kültürler ihtiyaçlardan türemişlerdir. Toplumlar nelere ihtiyaç duymuşlarsa o yönde bir gelişme göstermişlerdir.

Halk Kültürü

Halk kültürü kaynağını halktan alan halkın yaşam biçimini yansıtan kültürel etkinlik biçimine verilen isimdir. Halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturulmuş, geçmişten günümüze kadar geldiği uzun süreçte; toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir.

Kitle Kültürü

Kültür alt öğelere sahip karmaşık bir yapıyken kitle kültürü daha sadedir. Standart ve basit olmaya yönelik maddiyat temellidir. Kitle kültürü aynı bir fabrikadaki seri üretim gibidir. Toplumu bir makinedeki seri üretim malzemesi gibi standarda doğru bir üretime sokar. Kitle kültürünün temelinde kitle iletişim araçları vardır ve kitle bireyi öldürmeye, ondaki yaratıcılığı ve sanatsal düşünceyi yok ederek onu sadece bir üretim tüketim zincirine mahkum etmeyi hedefler. Kitle bir noktada en iyi bilen olarak gösterilir ve inandırılır. Bunların tüm amacı da sistemin devamlılığının sağlanması için her seferinde sistemin yeniden üretiminin sağlanmasıdır. Yine de kitleler arasında bu monotonluktan sıkılarak baş kaldıracak kesimler olabilir. İşte bu noktada popüler kültür devreye girer.

Popüler Kültür

Popüler kültür belli bir zaman dilimi içinde gelip geçici olan etkinliklerin genel adıdır. Popüler kültür insanlara en tercih edilen ve en popüleri sunar.  Onların buna sahip olduklarında yaşayacakları hazzın inanılmazlığını vurgulayarak, bir doyumsuzluk yaratır. Kitlelere sahte dünyalar kurar ve o sahte dünyalarda kitlelere yarattığı gerçek dünyanın sıkıntı ve çilesinden uzak ortamlarda onların yeniden üretim azmi kazanmalarını hedefler. Ve tüm bunlarda popüler kültür hiçbir engelle karşılaşmaz. Çünkü tüm yaptıklarını halka sanki kendi istekleriymiş gibi sunmakta ve yaptırmaktadır. Bu aynı bir işçinin çalıştığı fabrikayı anlatırken bizim fabrika diye söz etmesine benzer. İşçi kendi çalıştığı fabrikayı anlatırken böyle bir kelime kullanır ancak gerçekte fabrika onun değildir. Aynı şekilde popüler kültürün kitlelere sunduğu en tercih edilen ve en popülerler de aslında kitlelerin istekleri değillerdir bu sadece bir içselleştirmedir.

Popüler kültür veya kitle kültürü aslında biz olmazsak var olamazlar ancak onlar bize derler ki; biz var olursak Coca Cola var olur, Ps2, Facebook, Pop müzik bizimle var olur. Biz var olursak yaşamdan haz alırsın. Ancak onlar bunları bize bunları vadederken aynı zamanda bizleri gerçek dünyaya yabancılaştırmakta ve sisteme olan bağımlılığımızı artırmaktadırlar.

Global Sürdürülebilir Markalar Platformunun İstanbul Buluşması "Sustainable Brands 2015" 26-27 Mayıs’ta!

Sustainable Brands 2015 Istanbul: Markalar gelecek için nasıl yenileniyor?
26-27 Mayıs tarihlerinde global Sustainable Brands buluşmaları kapsamında ‘How Now’ teması ile Park Bosphorus Hotel’de gerçekleştirilecek olan Sustainable Brands 2015 Istanbul, markaların geleceği için buluşma adresi olacak. Dünyanın en önemli 50 konferansı arasında gösterilen global Sustainable Brands buluşmalarının İstanbul ayağında; marka dünyasında geleceği şekillendiren çalışmaların önde gelen liderleri yer alıyor ve markaların sürdürülebilirlik ekseninde yeni değerleri nasıl yönettiği paylaşılıyor.
İlişki ekonomisinde dünya lideri Jerry Michalski, ödüllü yazar ve sosyal düşünce lideri Carol Sanford, marka ve pazarlama dünyasının değişimini yöneten Alex Pallete gibi uluslararası isimlerin yanı sıra bu yılın sürpriz isimleri arasında ünlü psikoloji profesörü Prof. Dr. Todd B. Kashdan ve Ayhan Sicimoğlu yer alıyor.
Sustainable Brands 2015 Istanbul, 26-27 Mayıs tarihlerinde ‘How Now’ temasıyla Park Bosphorus Hotel İstanbul’da dünyanın ve Türkiye’nin güçlü sürdürülebilir markalarını ve paydaşlarını bir kez daha İstanbul’da buluşturmaya hazırlanıyor. Dünyanın en önemli 50 konferansı arasında gösterilen  Sustainable Brands 2015 Istanbul’da; geleceğin daha iyi markalarını şekillendiren, yöneten ve oluşturan marka liderleri bir araya gelecek.  ‘How Now’ temasıyla düzenlenecek konferansta dünyadan ve Türkiye’den marka liderleri, oyunun değişen kurallarının ve değişen tüketici davranışlarının nasıl değerlendirilmesi gerektiğini; ortak değer yaratarak kârlılık artırılması için “şimdi nasıl” stratejiler oluşturmaları gerektiğini; inovasyonu ve yenilikçi çalışmaları nasıl kullanacaklarını tartışacaklar.
Markalara Yön Verecek Önemli Konuşmacılar Sustainable Brands Istanbul’da!
Dünyayı daha iyi markalarla yenileme hedefiyle bir araya gelen başarılı ve lider markaların global platformu olan Sustainable Brands bu yıl yine markalara yön verecek önemli konuşmacıları Sustainable Brands Istanbul’da katılımcılarla buluşturuyor. Konferansta Stanford ve Harvard üniversitelerinde okutulan The Responsible Business ve The Responsible Entrepreneur kitaplarının ödüllü yazarı ve TED Talks konuşmalarıyla tanınan ünlü sosyal düşünce lideri Carol Sanford’un sunumunun yanı sıra Türkiye’de organik tekstil dünyasının ve global marka danışmanlarının yakından tanıdığı değişim lideri Marci Zaroff, organik ekoloji ile marka yaratmayla ilgili deneyimlerini katılımcılara aktaracak.  Yeni modellerin düşünürü, paylaşım ekonomisi uzmanı Jerry Michalski ilişkisel ekonomi modeli ile güçlü markalar yaratmanın yol haritalarını sunarken, Fütürist Roope Mokka toplumsal değişim dinamiklerinin markalara etkisini, Alex Pallete ise yenilikçi marka geliştirme stratejilerini paylaşacak. Konferans katılımcıları inovasyon konusunda ilham verici fikirler için çalışan Florian Peter’in yenilikçi çözümlerini dinleme fırsatı yakalayacak.
Sürpriz konuşmacılar Prof. Dr. Todd B. Kashdan ve Ayhan Sicimoğlu olacak
Pozitif Psikoloji biliminin öncülerinden olan; mutluluk, anlamlı yaşam, psikolojik güçlenme, liderlik, stres ve sosyal ilişkiler konularında dünyanın en önemli otoritelerinden Prof. Dr. Todd B. Kashdan daha mutlu ve anlamlı bir ömrün reçetesini Allianz Türkiye öncülüğünde Sustainable Brands 2015 Istanbul’da paylaşacak. Gerçek bir dünya vatandaşı olan, müzisyen, yazar, radyocu, gurme, TV programcısı Ayhan Sicimoğlu ise keyifli bir sahne sohbetiyle konferansta yer alacak.
Workshoplar, Paralel Kulvarlar ve Yan Etkinlikler ile Etkili Program
Konferansta Liderlik ve Strateji, Tüketici Öngörü ve Etkileri, Tedarik Zinciri ve Satın Alma, Marka Konumlandırma ve İletişim, Tasarım ve İnovasyon konularında önemli paylaşımların yanı sıra uluslararası danışmanlar tarafından workshoplar gerçekleştirilecek. 
Sürdürülebilir Perakende Konferansı da Sustainable Brands 2015 Istanbul Çatısı Altında Gerçekleşiyor!
Sustainable Brands 2015 Istanbul Konferansı çatısı altında gerçekleşecek dikkat çekici bir diğer etkinlik ise; Türkiye’nin perakendecilerini buluşturacak olan Sürdürülebilir Perakende Konferansı olacak. Sektörün önemli markalarının temsilcileri sürdürülebilir perakende için iyi uygulama örneklerini ve yol haritalarını paylaşacaklar.
BASF ve Unilever’in platin sponsorluğunda gerçekleşecek olan Sustainable Brands 2015’in iletişim sponsorluğunu ise Vodafone üstlenecek. Konferansın gümüş sponsorları arasında Anadolu Efes, n11.com, Prefabrik Yapı ve Schneider Electric yer alırken Tedarik Zinciri Kulvarı Ekol Lojistik; İnovasyon Kulvarı ise Philips’in sponsorluğunda gerçekleşecek. Bunun yanı sıra, Allianz Türkiye, Pınar, Sütaş, TAV ve TSKB’nin de sponsorlar arasında yer aldığı konferansta Hürriyet de basın sponsoru olarak yer alıyor. Ayrıca İSO, İTO, İKV, SKD, TKYD, TÜAD, İDA, TÜHİD gibi önemli dernekler de Sustainable Brands 2015 Istanbul’a destek veriyor.
Sustainable Brands 2015 İstanbul hakkında daha detaylı bilgi ve program için, http://www.sustainablebrandsistanbul.com/2015/  adresini ziyaret edebilirsiniz…
Bilgi için:

Simge Aydın
Sürdürülebilirlik Akademisi
(0212) 274 25 16 / 150
simgea@surakademi.com
www.surdurulebilirlikakademisi.com  


Beyza Yaşar
Ünite İletişim
(0212) 272 93 13
www.unite.com.tr


Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Robinson Crouse Özeti ve Analizi


Yakın zamanda okuduğum Robinson Crouse romanının bir özetini ve analizini çıkardım. Kitap 560 sayfaydı ve Sis Yayıncılık'tan almıştım. Bu kitabı daha yeni bitirdim ancak ben genelde uzun bir kitabın yanında kısa 100 sayfalık kitapları ya da aralıklarla okumaya dayanacak kitapları da okurum. Ama sadece bu kitaba Jose Saramago'nun Körlük'ün den sonra birşeyler yazma ihtiyacı duydum. Aslında belki de bunu okuduğum 560 sayfanın hatrına yapıyorum bilemiyorum. Ancak bunu daha sık yapmalıyım bunu biliyorum. Çünkü okuduklarım, kitabın içindeki anektodlar, bana ilham verenler, karakterler, nelerden hoşlandığım ve ya hoşlanmadığım gibi şeyler çok çabuk aklımdan uçup gidebiliyor.

Özeti:

Robinson Crusoe atılgan ve maceraperest bir gençtir. Yerinde duramayan bir ruha sahiptir ve gelecekte birçok maceralar onu beklemektedir. Daha ilk macerasına 19 yaşında başlar Robinson Crusoe. Babası onun avukat olmasını istemektedir ancak o bir gezgin olmaya karar verir. Bir gün geminin birine gizlice girerek Londra’ya kaçar. Oradan da Afrika’ya giden bir gemiyle binerek gemide çalışmaya başlar. Ancak gemiye korsanların saldırmasıyla işler değişir. 2 yıl korsanların esiri olarak kalır. Ancak 2 yıl sonra kaçmayı başarabilecektir. Crouse bu macerasından sonra şeker kamışı tarımı yapmaya başlar. Ama yine yerinde duramaz kahramanımız. Edindiği arkadaşlarla beraber Afrika’ya giderek köle almayı amaçlarlar. Ancak yolda tekneleri batar ve tek kurtulan Robinson Cruose olmuştur. Ancak Robinson Crouse yine de şanslıdır. Çünkü yakınlarda bir ada vardır. Bu tarihten itibaren orada yaşamaya başlar. İlk olarak yaşamı için gerekli olan maddeleri gemiden karaya taşır. Sonra gemiden geriye işine yarayabilecek ne kaldıysa karaya taşır. Bulduklarıyla etrafına şekil vermeye başlar. Bir kır evi yapar bulduğu mağarayı genişleterek sığınak haline getirir. Zamanla tarım yapmayı ve keçileri ehlileştirmeyi de öğrenir. Bir ara sal yapıp adadan kaçmayı düşünmüştür. Ancak yaptığı sal çok ağır olduğundan onu asla denizle buluşturamayacaktır. Robinson Crouse zamanlarını böyle geçirirken aradan 12 yıl geçmiştir. Bir adanın sahilinde ayak izleri görür ve 8 yıl boyunca adayı arayarak izin kaynağını bulmaya çalışır. 8 yıl sonra bu kez sahilde parçalanmış insan organları bulur ve adaya yamyamların geldiğini anlar. Hemen mağarasının güçlendirerek kale gibi yapar ve gizlenir. Yamyamlar tekrar geldiklerinde onlara saldıracaktır. Robinson Crouse bir süre sonra yamyamları tekrar görür. Yamyamlar bu kez bir kişiyi pişirmiş ve diğerini de öldürmek üzeredirler. Hemen silahlarını ve kılıcını alarak yamyamların üzerine saldırır. Yamyamlarının çoğunu öldürmeyi ve yaralamayı başarmıştır. Ve bir kişiyi de kurtarmıştır. Bu kişiyi cuma günü kurtarır. Bu yüzden ismini Friday (Cuma) koyar. Friday’i kölesi olarak alır. Ona zamanla bildiği herşeyi öğretmeye gayret gösterir. Başlarda Friday İngilizce bilmemektedir.  Ama Friday zeki biridir ve çabucak öğrenir. Couse’ya geldiği adada da esir olanların bulunduğunu anlatır. Ve onları kurtarmaya karar verirler. Diğer adaya gitmek için bir sal yaparlar.  Ancak tam denize açılacakken yeniden yamyamlar gelir. Ortalıkta çetin bir kapıışma olur ve yamyamlar yeniden püskürtülür. Bu kez yanlarında iki esir vardır. Ve bu esirlerden biriyse Friday’in babasıdır. Diğer esiri ise Robinson batmakta olan bir gemide görmüştür. Robinson kurtardığı bu iki esiri, diğer adaya diğer esirleri kurtarmak için gönderir. Bu arada kendisi ve Friday adada kalmıştır. Yakınlarda bir İngiliz gemisi görürler. Gemide isyan çıkmış ve gemi kaptanı iki tayfasıyla beraber adaya gönderilmiştir. Kaptan ve Crouse gemiyi yeniden ele geçirmek için planlar yaparlar ve sonuca ulaşırlar. İsyanı bastırıp, isyancı tayfayı adada bırakırlar. Geminin kontrolü tekrar kaptanın eline geçer ve Crouse’ya kurtuluş yolu açılır. İngiltere’ye gider kaptanın gemisiyle. Orada anne ve babasını ölmüş olduğunu görür. Şehirde kimse onu tanımamaktadır. Ve onu oraya bağlayan hiçbir şey kalmamıştır. Yalnız arkadaşları onun eşyalarını ve ailesinde kalan mirasını saklamışlardır. İngiltere’de geçirdiği zamanda Crouse adasının ne halde olduğunu merak eder. Ve yeni bir maceraya atılarak adasını görmek üzere yola çıkar.

Analizi:

Kitapta bir çok karakter vardı. Ancak en öne çıkanlar Robinson Crouse ve Friday (Cuma)’ydı.

Crouse bir İngiliz. Çok cesur bir kişilik, maceraları seviyor ve zor durumda kalmak onu korkutmuyor. Adada becerikliliği ve iş bilirliği sayesinde hayatta kalmayı başarıyor.

Cuma ise eski bir yamyam. Okuma yazması olmayan, medeniyete dair hiçbir şeyi olmayan birisi. Her şeyi Crouse’dan öğreniyor ve bu yüzden ona çok sadık.

Kitap aslında ne durumda kalınırsa kalınsın pes edilmemesi gerektiğini öğütlüyor. Nitekim en sonunda vazgeçmemenin ödülünün de kitapta verildiğini görüyoruz. Kitap Crouse’nun hayatta kalma mücadelesinin ve medeniyetin olmadığı bu mekandaki zamanla gelişiminin bir izlencesi.  Bolca betimlemeler kullanılmış ve çok gerçekçi bir dille yazılmış.

Ancak yine de kitaptaki herşeye övgüler yağdırabilmemiz mümkün değil. Mesela kitap Crouse’yu esir alan korsanları Türk olarak göstererek, milletimize bir hakarette bulunuyor. Birde tabi kölelik meselesi var. Köle alım satımı normal bir şey gibi anlatılıyor ve bir İngiliz’in bir siyahiden üstün tutulduğunu, Crouse’nin Friday’i kurtardıktan sonra köleleştirmesiyle açıkça gözlemleyebiliyoruz.

Kitap olumlu ve olumsuz yanlarıyla yine de güzeldi. Öğretisinin olumlu yanlarını örnek almak güzel bir hedef. Crouse’nun asla pes etmemesi bende çok önemli etki bıraktı. O şartlarda hayatta kalabilen bir kişiyle şimdi yaşadığımız şartları ve imkanlarımızla beraber çokça yapmadıklarımızı düşündürdü.

19 Mayıs 2015 Salı

Bir Rüzgar Eser
















Bir rüzgar eser köye otlar hışırdar
Esen yeller adını sorar 
Hürdür, şen papatyalar 

Ben seni sayıklarım yellere      
Geceleri resmin olur sema ve yıldızlar
Esen yeller adınla çınlatır tüm ovayı
Papatyalar sen kokar 

Haykırırken sevdiğimi 
Sen gibi dokunur bana ovadaki otlar //sen gibi gelir bana otların dokunuşları

Bir rüzgar eser köye otlar hışırdar // otların hışırtısını duyarım
Esen yeller adını sayıklar
Ben seni sayıklarım //ve koklarım
Ve bir rüzgar daha eser..

Artık her yer papatya
Her yer artık sen kokar

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Yazar ve Dinleyicileri

Bir yazı ne kadar genişleyebilir ve ne kadar çok şey anlatabilir bunun sınırı yoktur. Ancak hak verilecektir ki bu anlatılası bir sürü sonsuz konuyu anlatmak içinde bir sürü sonsuz dakikalarca konular anlatacak vakte de ihtiyaç kuvvetle muhtemeldir.

Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar okumaya başlayıp buradan sonra okumayı bırakmamanız için de hiç bir sebep yoktur. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar.

Ancak hak verilecektir ki bir yazarın sonsuz dakikalarca sonsuz anlatılası konuyu anlatabilmesinde ona en büyük destek ve kuvvet sağlayan güç onu sonsuz dakikalarca sonsuz dinleti sağlayıcı bir anlatıcı olarak gören ve onu sonsuz dakikalarca dinleyebilme kapasite ve imkanlarına sahip olan dinleyicileridir.

Bu süre içerisinde yazar ve okuyucular arasında bir etkileşim söz konusudur. Her yazar okuyucusunun bir eğitimcisi rolüne bürünürken, her dinleyicide eğitimcisinden alabileceği en yüksek faydayı sağlama amacına sahip birer öğrencilerdir. Dinleyiciler ve belkide yazı söz konusu olduğunda buna okuyucular demekte gerekebilir, bu aşamaları süreçler halinde aşarlar.

Bir yazarın yazı yazma ve onu dinleyecek okuyucu kitlesine ulaşabilmesi arasında birçok aşama vardır. Bir yazarı yazar yapan da belki de bu aşamaları aşabilme ve ardına geçebilme kapasitesidir.

Ancak hak verilecektir ki bu anlatılası bir sürü sonsuz konulardan biri olan "Bir yazarı yazar yapan aşamalar " konusu dahi anlatılmak için bir sürü sonsuz dakika ve anlatacak vakte de ihtiyaç duyacaktır. Bu sebepten baştan konuşmak gerekirse buraya kadar boşuna okuduğunuzu söylemek isterim. Bu ve bunun gibi temel haklar ve hürriyetler söz konusu olduğunda her yazar da bir yerde bir okuyucu olduğunu hatırlar ve bu durumu hoşgörüyle karşılar dediğimde beni dinlemeliydiniz. :)